Discovery Channel”in insan Aklıyla İlgili Yanılgılar

Discovery Channel”da yayınlanan “Evrim: Akıldaki Büyük Patlama” isimli belgeselde insan aklı ve kültürüyle ilgili Darwinist iddialar dile getirildi. Programda Steven Pinker ve Richard Dawkins gibi koyu Darwinist bilim adamlarının görüşlerine de yer verildi. Bu yazıda söz konusu Darwinist iddialar bilimsel açıdan ele alınacak ve bunların ardındaki çarpıtmalar gözler önüne serilecektir. 

İnsanın Sosyal Kişiliği Evrimle Ortaya Çıkmış Değildir

Belgeselin başında yaklaşık elli bin yıl öncesine uzanan bazı takı ve kolye bulgularından söz edilmektedir. O dönemlerde insanların kültürel açıdan sözde evrimsel bir patlama yaşadıkları ileri sürülmekte ve bazı takılar bu iddiaya kanıt olarak gösterilmektedir. Takılar eski bir insan ırkı olan Cro Magnon”a aittir. Discovery Channel”da hamile bir Cro Magnon kadınına ait olduğu tahmin edien takıların diğer insanlara mesaj vermede kullanılmış olabileceği belirtilmektedir. Bu davranışın bir sosyal kişilik göstergesi olduğu anlatıldıktan sonra, bu insanların doğada var olmayan sosyal kişilikler oluşturdukları ileri sürülmektedir.

Bu takıyla ilgili iddia tutarlı değildir. Çünkü bu takı, sosyal kişiliğin “olmazsa olmaz” göstergesi değildir. Bu takıyla ortaya konan sosyal kişilik, daha eski insanlarda başka bir cisimle hatta cisim kullanılmaksızın (jest gibi davranışlarla) gösterilmiş olabilir. Bu nedenle bir takıya bakıp, bu takının bulunduğu devirde, daha önceden varolmayan sosyal kişilikler oluşturulduğu iddiası tümüyle dayanaksızdır.

Neandertal Adamı Gerçek Bir İnsandır

Discovery Channel”da Neandertal Adamı”nın bazı anatomik ve kültürel özellikleri çarpıtılmaktadır. Bu çarpıtma Neanderthal kelimesinin tercümesinde bile görülmektedir. Neandertal İnsanı”ndan belgeselde devamlı “Kaba taş çağı adamı” olarak söz edilmektedir. Oysa Neanderthal”in böyle bir kelime anlamı yoktur. Bu insan ırkı ismini, Almanya”nın Dusseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisinden almıştır ( Bu insana ait ilk bulgular 1856 yılında bu vadideki bir mağarada çalışan maden işçileri tarafından bulunmuştur).

Belgeselde, Neandertal İnsanı”nın kaba vücutlu olduğu, alınlarının geriye doğru ve dar olduğu belirtilmekte, daha sonra sanat seviyeleri hakkında spekülasyonlar yapılmaktadır. Yaşadıkları alanlarda mağara resimleri bırakmamış oldukları belirtilip “sembolik yaşamın ipuçlarını vermedikleri” ileri sürülmektedir. Modern insanın ise sanata önem verdiği ve buna özen gösterdiği ifade edilmektedir.

Günümüz insanı ile, Neandertal arasında yapılan bu anatomik ve sanatsal karşılaştırmada ortaya çıkanlar evrimsel üstünlükler değildir. Neandertallerin güçlü beden yapısına sahip olmaları veya alınlarının dar olması onları ilkel bir tür olarak göstermeye yeterli bir kanıt değildir. Örneğin Kuzey Batı Avrupalı iri insanların, daha minyon olan Çinliler veya Pigmelere göre daha kaba ve ilkel olduğu söylenemez. Çünkü kemik ve iskelet yapısı, davranış şekli ve zeka seviyesinde bir kriter değildir.

Öte yandan, eğer anatomik özellikler kriter kabul edilecekse, evrim mantığında Neandertallerin günümüz insanından daha zeki olduğu kabul edilmelidir. Çünkü evrimciler insan zekasını beynin büyüklüğüne dayandırırlar; Neandertallerin beyin hacmi ise modern insanın beyin hacminden ortalama %13 daha büyüktür.

Neandertallerin günümüze ulaşan resimleri olmaması da bir ilkellik göstergesi değildir. Günümüzde de dünyada resim sanatıyla hiç ilgilenmeyen toplumlar vardır. Resim yapmamalarına bakılarak Neandertallerin ancak “resimde geri” oldukları yorumu yapılabilir. Resim yapmadıkları için ilkel ara türler olarak gösterilmeleri sadece ön yargılarla ilgilidir.

Resim yapmamaları sanatla ilgili olmadıklarını da göstermeye yetmez. Slovenya”daki bir Neandertal mağarasında çıkarılan bir flüt bu insanların müzik kültürüne sahip olduklarını göstermektedir. Bu flüt bulunan en eski müzik enstrümanıdır. Bir ayı kemiğinden yapılma flütün, özel olarak açılan dört delik sayesinde nota çıkarabildiği belirlenmiştir. Kuşkusuz flüt yapıp melodiler çalmak ancak soyut düşünceyle mümkün olabilir. Müziği yorumlayan, melodiler çıkaran bu insanların dans edip eğlenceler düzenlediklerini kabul etmek için hiçbir engel yoktur.

Ayrıca Neandertallerin hasta ve yaralıları tedavi ettikleri ve ölülerini çiçeklerle birlikte gömdükleri de tespit edilmiştir. Tüm bunlar sevgi ve şefkat kavramlarına sahip sosyal insanlar olduklarını göstermektedir. Bu nedenle Neandertallerin ilkel olduklarını ve günümüz insanına göre sözde evrimde aşağı bir tür olduklarını savunmak, Discovery Channel TV”nin ön yargısından başka bir değildir.

Steven Pinker”ın Gizlediği Materyalizm Açmazı

Discovery Channel”da, Massachussettes Teknoloji Enstitüsü (MIT) psikologlarından Steven Pinker”ın, insan davranışlarının kökeni hakkındaki yanlış tezleri de bir gerçek gibi aktarılmıştır. Pinker bu konuda şunları iddia etmektedir:

“Davranışlarımız sinir hücreleri ve bunların ilişkileriyle ilgilidir. Beynimizde yüz milyar sinir hücresi ve bunların arasında yüz trilyon bağlantı vardır. Bunların nasıl bir düzene oturtulduğunu düşündüğünüzde aklınız karışıyor. Evrim sürecimizde önemli olan, bunların sayısının artması değil zekayı desteklemek için nasıl düzenlenmeleri gerektiğiydi. Davranışlarımız, sinir hücreleri ve bunların ilişkileriyle ilgilidir.”

İnsan beyni, Pinker”ın da belirttiği gibi son derece kompleks bir yapıdadır. Hatta bilim dergilerinde, insan beyni için “evrendeki en kompleks şey” tanımlaması yapılmaktadır. Ayrıca beyindeki tasarım sahip olduğu işlem kapasitesiyle bilgisayar mühendislerine ilham kaynağı olacak kadar üstündür. Ünlü IBM firmasının teknoloji uzmanı Dr. Kerry Bernstein, MSNBC.com”da yayınlanan “Beyin Bilgisayarlara Ders Öğretiyor” başlıklı haber-ropörtajda, IBM merkezinde her yıl düzenli olarak nörologların katılımıyla konferanslar düzenlediğini ve mühendislerini beyindeki tasarım konusunda bilgilendirdiğini ifade etmektedir. Bernstein beyindeki işleyişin aynen taklit edilmesinin mümkün olmadığını söylemektedir:

“Beyinde olağanüstü bir paralellik hakim. Yani tek bir bit bilgi, bir anda tam 100.000 nörona yayılabiliyor. Böylece beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüzbinlerce kat daha hızlı oluyor. Bizim ise bunu elektronikte gerçekleştirebilmemiz mümkün değil”.

Beynin, bu üstün tasarımın yanısıra verimlilik gözetilen bir işleyişi de bulunmaktadır. Berkeley”deki California Üniversitesi”nde optometri ve psikoloji profesörü olan Martin S. Banks bu konuda: “Beyin, gerçek hayatta muhtemelen ihtiyaç duymayacağı bilgiyi korumak için fazladan enerji harcamama özelliğiyle verimlidir.” demektedir .

Görüldüğü gibi beyindeki düzenleme ve işleyiş mükemmel bir tasarıma sahiptir. Pinker ve diğer Darwinistler ise, beyindeki bu düzenin, tamamen rastlantısal mutasyonlarla oluştuğunu ileri sürmektedirler. Hiç bir düşünme kapasiteleri olmayan atomların, sadece rastlantılara dayalı uzun bir “evrim süreci” sonucunda, insan beyni gibi muhteşem bir tasarımı oluşturduğunu iddia etmektedirler. Hiç bir bilimsel dayanağı olmayan bu iddia, akla da aykırıdır. Genetik araştırmalar, mutasyonların genlere bilgi eklemesi diye bir durumun söz konusu olamayacağını, eğer etkili olacaklarsa organizmaya daima zarar verdiklerini göstermiştir. Laboratuvarlarda yapılan suni mutasyonlar tek bir canlıya dahi fayda sağlamış değildir. Mutasyona maruz kalan embriyoların sakat veya ölü doğdukları görülmüştür. Mutasyonla beyindeki gibi “düzen” sağlanamayacağı açıktır. Bunun gerçekleşme ihtimali, bir hesap makinesine vurulacak çekiç darbelerinin onu dünyanın en kompleks bilgisayarına dönüştürmesi kadar imkansızdır.

Davranışların sinir hücreleri ve bunların ilişkileriyle ilgili olduğu iddiası da bir dogmadır. Beyinde davranışlarla ilgili nöron aktivitesi tespit edilmektedir, ama tüm davranışların kaynağı olan bilincin beyne indirgenebilen bir açıklaması yoktur. MIT”de sosyal psikolog olarak görev yapan Daniel Wegner davranışın mucizevi yönünü şöyle ifade etmektedir:

“Bilinçli istek ile davranış arasındaki ilişki, bir sihirbazın değneğiyle bir şapkadan çıkardığı tavşan arasındaki ilişki gibidir– sadece tavşanı çıkaran şey sanki değnekmiş gibi görünüyor.”

Davranış, insanın çevresine uyma ya da çevresini kendisine uydurma arasında yaptığı seçimleri gerçekleştirmeye yönelik hareketlerdir. Bu davranışların mümkün olması kişinin kendisi ve çevresi hakkında bilgi sahibi olması yani bilinç sahibi olmasıyla ilgilidir. Bilinç ise materyalizmin en büyük açmazlarından biridir. Çünkü bilinci maddeye indirmek mümkün olamamıştır: bilincin beyinde hangi bölgede ve nasıl ortaya çıktığına dair hiçbir ipucuna rastlanamamıştır. Bir hücre yığını olan insanda nasıl olup da bilincin ortaya çıktığı materyalistler açısından hala gizemini korumaktadır. Deneysel alanda yapılan beyin tarama çalışmaları da teorik alanda ortaya konan teoriler de bilinci açıklamada başarısız olmuştur. “Bilinç Problemi” isimli kitabın yazarı Colin McGinn bu başarısızlığı şu şekilde itiraf etmektedir:

“Uzun bir süredir beden-zihin problemini çözmeye çalışıyoruz. Bütün çabamıza rağmen bir sonuç alamadık. Bu problem gizemini hala sürdürüyor. Bana kalırsa bu sırrı çözemediğimizi samimi bir şekilde itiraf etmenin vakti geldi..”

Tüm bunlar davranışların, sinir hücrelerine bağımlı olmadığını ortaya koymaktadır. Steven Pinker aslında materyalizmin bilinç açmazını gayet iyi bilmektedir. Davranışları sinir hücreleri arasındaki ilişkilere dayandırırken tutarlı açıklama yapmaya değil, materyalizm açmazını örtbas edip gizlemeye çalışmaktadır.

Sosyal Konumu Koruma Davranışları Evrime Kanıt Değildir 

Discovery Channel bazı şempanze davranışlarından örnek vererek insanlarla arasında akrabalık ilişkisi kurmaya çalışmaktadır. Belgeselde bir şempanzenin, dostluk kurmak istediği bir şempanzeyi etkilemek için onun düşmanı olan şempanzeyi, başka şempanzeleri tırmalıyor olduğu anda dövdüğü anlatılmakta ve böylece “arkadaşımın düşmanı düşmanımdır” mesajı verdiği belirtilmektedir. Bu örnek verildikten sonra önyargılara dayalı bir benzetme yapılmaktadır:

“Şempanzelerle ortak özelliğimiz iletişimin ne demek olduğunu ve bunun sosyal konumumuzu tehdit edebileceğini anlamamızdır”.

Şempanze ve insanın bu benzer davranışa sahip olması onların evrimsel akraba oldukları iddiasına kanıt olarak gösterilemez. Çünkü bu tür güç gösterileri başka canlılar arasında da vardır. Örneğin filler kendi gruplarının bölgesine giren başka fillere izin vermezler. Ayrıca liderle giriştiği mücadeleyi kazanan fil diğer üyeler tarafından yeni lider olarak benimsenir. Kısacası şempanzeler gibi, grubun diğer üyelerine mesaj verme yeteneğine sahip, sosyal konumunu korumaya çalışan başka canlılar da vardır. Ama elbette fillerin de insanlar gibi sosyal konuma önem vermeleri bizi fillere akraba yapmaz.

Discovery Channel şempanze grubunun görüntülerine yer verdiği sırada insanın şempanzeden altı milyon yıl önce ayrılıp ayrı bir koldan evrimleştiğini ileri sürerek Darwinizm propagandası yapmaktadır. İnsanlar ve şempanzeler, doğadaki diğer tüm türler gibi, birbirlerinden tamamen ayrı canlılardır. İki türün sözde evrim sürecinde altı milyon yıl önce ayrıldıkları iddiası hiçbir bilimsel kanıta dayanmamaktadır ve sadece Darwinizm”in bir kabülüdür. Bilimsel kanıtlar bu senaryolara destek olarak gösterilen fosillerin çarpıtıldığını, gerçekte bunların ara türlere değil soyu tükenmiş insan ırklarına veya maymun türlerine ait olduğunu ortaya koymuştur. (İnsanın evrimi senaryosunun çöküşü için bkz. “Hayatın Gerçek Kökeni”, Harun Yahya, Global Yayıncılık, İstanbul, 2000)

Discovery Channel”ın Dil Hakkındaki Darwinist Önyargıları

Belgeselde dilin kökeniyle ilgili olarak tamamen hayalgücüne ve ön yargıya dayalı spekülasyonlar da ortaya konmaktadır. Dilin insana kazandırdığı sosyal faydalar, sözde evrim sürecinde bireylere avantaj getirmiş gibi anlatılmaktadır. Sonra da sosyal yönü en kuvvetli olanların sözde evrim sürecinde seçilmiş olabileceği şeklinde bir iddia ortaya konmaktadır.

Discovery Channel bu iddiasına destek olabilecek hiçbir bilimsel kanıt gösterememekte ve bir masaldakine benzer anlatım ortaya koymaktadır. Burada yapılan şey, insanın dil yeteneğini alıp evrim teorisinin klasikleşmiş doğal seleksiyon hikayesine monte etmekten ibarettir. Tek taraflı olarak üstelik kanıt göstermeden hayali bir takım iddiaları bilimsel gerçek gibi sunmak elbette bilimsel bir tutum değildir.

İnsanın düşünmesini, diğer insanlarla mükemmel bir şekilde iletişim kurmasını sağlayan dil insana has, mucizevi bir yetenektir. Tüm insanlar dil öğrenme yeteneğine doğuştan sahiptir; dünyanın herhangi bir yerinde doğmuş bir bebek, dünyanın herhangi bir yerinde konuşulan dili öğrenebilir.

Dil, yapı olarak tümce bilim, gramer, kelime bilimin karmaşık kurallarına dayanmaktadır. Bir insanın iki üç cümleyle bir şeyler anlatması dışarıdan basit bir davranış gibi görülebilir. Oysa bunun gerçekleşmesinde birçok karmaşık işlem çok kısa bir sürede tamamlanmaktadır: Konuyla ilgili soyut kavramlar akla getirilmekte, bunlarla ilgili kelimeler seçilmekte daha sonra bunlar doğru sırada dizilmiş olarak karşı tarafa aktarılmaktadır.

Boston Üniversitesi”nden Frank Guenther, “Rahatlıkla söyleyebilirim ki, konuşma, insanların gerçekleştirdiği en karmaşık kas hareketidir.” demektedir . Guenther, konuşma sırasında beynin, yüz, boğaz, göğüs ve kasıklarda 100 ayrı kası kontrol ettiğini belirtmekte, dahası tüm bunların bizim düşünmemize gerek kalmadan spontane şekilde başarılmasını vurgulamaktadır. Ortalama 3 heceli basit bir kelimedeki fonemleri, sesli ve sessiz harfleri bizim planlayıp söylememizin 3-4 saniye alacağını ifade eden Guenther, normalde tüm kelimelerin otomatik olarak ağzımızdan çıktığını söylemektedir. Üstelik konuşurken hangi kasımızı ne kadar kasacağımızı da ayarlamak mecburiyetinde değilizdir. Dil tam anlamıyla bir mucizedir.

Dilin kökenini evrimle açıklamaya çalışan Discovery Channel, dedikoduyu da doğal seleksiyon hikayesiyle ele almaktadır. İnsanlar arasında geçen konuşmaların üçte ikisinin dedikodu olduğu belirtildikten sonra, dedikodu bir sermayeye benzetilmekte ve onu ilk öğrenen kişinin diğerlerine pazarlayacak bilgi kazandığı, dolayısıyla dedikodunun (evrimsel) bir faydası olduğu ileri sürülmektedir.

Elbette dedikoduyla ilgili bu iddia tamamen hayal ürünüdür. Dahası tutarlı bir iddia da değildir çünkü dedikodunun bir sermaye olduğu doğru değildir. Eğer öyle olsaydı en çok dedikodu yapanlar bugün toplumda en saygın kişiler olurdu.

Richard Dawkins”in Çarpıtmaları

Discovery Channel”da koyu bir Darwinist ve ateist olan Oxford Üniversitesi zooloğu Richard Dawkins”in de iddialarına yer verilmektedir. Dawkins her türlü kültürel davranışı (fikir, jest vs.) “mem” kavramı altında ele almaktadır. Memleri, insandan insana taklit edilerek aktarılan fikirler olarak tanımlayan Dawkins, genlerin DNA da kopyalanıp insandan insana aktarılması gibi memlerin de beyin ve davranışlar tarafından kopyalanıp insandan insana aktarıldığını ileri sürmektedir. Genler arasındaki sözde rekabetin biyolojik evrimi şekillendirdiği; memler arasındaki rekabetin de beyni ve kültürü şekillendirdiği iddia edilmektedir. Dawkins daha sonra, insanın sözde evrimini ilerleten kuvvetin memler, yani benzeşmeler olduğunu ileri sürmektedir.

Dawkins”in mem kavramıyla tanımladığı fikirler elbette değişip gelişim gösterebilir. Örneğin fikirler tartışılabilir, bunun sonucunda bazı fikirler elenebilir. Böylece kültürde ilerleme de yaşanabilir. Bunların yanısıra bazı insan davranışları, başka insanların davranışlarını taklit de edebilir. Dawkins”in söylediklerinde buraya kadar bir yanlışlık bulunmamaktadır. Yanlışlık bunları insanın evrimi senaryolarına kanıt olarak gösterince ortaya çıkmaktadır. Çünkü memler soyut düşünceyle ilgilidir. Fikirleri aktarma, kopyalama veya geliştirme yeteneğine sahip yegane canlı da akıl sahibi olan insandır. Sanat eserleri yapan, bilimsel teoriler geliştiren, siyasal rejimler tasarlayıp üreten insanla, hiçbir soyut düşünce yeteneği olmayan hayvanlar arasında memlere dayalı ilişki kurulamaz. Dawkins sadece insana has bir özelliği ele alıp tanımlamak yerine ilk olarak hayvandan insana sözde geçişte soyut düşüncenin nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklamalıdır. Evrimcilerin açıklayamadıkları şunlardır: Nasıl olup da düşünemeyen, konuşamayan, çevresinde olanlar ve kendisi arasında detaylı bağlantılar kuramayan bir hayvan; düşünen, konuşan, akıl ve üstün zeka sahibi insana dönüşebilir? Bu zihinsel uçurum nasıl ve hangi evrimleştirici mekanizmayla aşılmış olabilir?

Elbette ne Dawkins ne de başka bir evrimcinin bu sorulara verebilecek tutarlı bir cevabı yoktur. Çünkü soyut düşüncenin maddeci bir yaklaşımla açıklanması, Colin McGinn”in de itiraf ettiği gibi, mümkün değildir.

Bu büyük uçurumun sözde evrimle nasıl aşılabileceğine dair hiçbir kanıta sahip olmayan Dawkins, tamamen hayali bir iddiada bulunmaktadır:

“Kültür birimleri DNA molekülleri gibi kendini kopyalarsa o zaman yeni bir Darwinizm teorisi oluşabilir.”

Discovery Channel”da bu iddia ortaya atıldıktan sonra hiçbir yorum yapılmamaktadır. Doğal olarak kültür biriminin ne olduğu ve insan kültürünün bu birimlerin kopyalanmasıyla nasıl oluşmuş olabileceğine dair açıklama yapılması gerekir. Dolayısıyla bu yüzeysel ifadeler bilimsel açıdan bir anlam ifade etmemektedir.

Son olarak, genler arasında rekabet olduğu ve bu rekabetin biyolojik evrimi şekillendirdiği iddiası, rastgele mutasyonların etkisi gözönüne alındığında geçersiz kalmaktadır. Dawkins tüm evrimcilerin yaptığı gibi DNA da saklı olan yüklü miktarda bilginin tesadüflerle ortaya çıktığını bir dogma olarak benimsemektedir. Genetik araştırmalar rastgele mutasyonların türlerin DNAsına bilgi ekleyerek onları başka türlere dönüştürmesinin mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Evrimin genetik dayanağı olan mutasyonların teoriyi gerçekte nasıl açmaza soktuğuyla ilgili bilimsel kanıtları Harun Yahya”nın “Hayatın Gerçek Kökeni” isimli eserinden okuyabilirsiniz.

Sonuç: İnsan Aklının Kaynağı Evrimsel Patlama Değil, Yaratılıştır.

İnsan diğer canlılardan çok üstün bir varlıktır. Kurduğu medeniyet muhteşem bir bilgi birikimi ortaya koymaktadır. Felsefe, tıp, üniversiteler, bilim, teknoloji, siyaset, sanat… tüm bunların kaynağı sahip olduğu bilinçten kaynaklanmaktadır. Bilinç, dil ve konuşma ise materyalizmle açıklanması asla mümkün olmayan kavramlardır. İnsanın akıl veya beden açısından şempanzelerle hiçbir akrabalığı yoktur. Aklın kaynağını dahi açıklayamayan evrimle, akılda bir patlama yaşanması mümkün değildir. Darwinizm”in büyük yanılgısı ortadadır: Hiçbir patlama düzen doğurmaz. Kör tesadüflerle ortaya çıkan rastgele mutasyonlar insan beyninde bir patlama meydana getirip “dünyanın en kompleks” tasarımını meydana getiremez.

Materyalistlerin kabul etmek istemediği gerçek ortadadır: İnsan aklının ve bilincinin maddeyle açıklanması mümkün değildir. Beyindeki atomlar hissedemez, bilemez ve konuşamazlar. İnsan aklının kaynağı şuursuz atomlar değil, Yüce Allah”ın ilhamıdır.

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.