CnnTurk.com haber portalında 28 Şubat 2006 günü “Ruhun evrimine sıçrama teorisi” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Üner Tan’ın birkaç ay önce gündeme gelen özürlü vatandaşlarla ilgili iddiasına yer veriliyordu.
Hatırlanacağı gibi Kırıkhanlı bir çiftin çocukları akraba evliliğinin meydana getirdiği genetik bozukluklara bağlı olarak el ve ayakları üzerinde yürümektedirler. Prof. Tan, söz konusu aileyi inceleyen bilim adamları arasında yer almaktadır ve bu insanların yürüyüşünün maymunlarınkine benzemesinden hareketle birtakım evrimci spekülasyonlar yapmaktadır.
Üner Tan, bu insanların yürüyüş ve oturuşlarıyla; kollarının uzunluğuyla şempanzelere benzediklerini, çocukların beyinciklerinin normal insanlarınkinden çok daha küçük oluğunu ifade etmektedir. Tan daha sonra bu durumu “evrimde geri dönüş” olarak niteleyip bunun ani sıçramalarla gerçekleşen evrim modelini desteklediğini iddia etmektedir. Tan, insanın dört ayak üzerinde yürüyen maymunlardan evrimleştiği yönündeki hayali senaryoyla ilgili yorumlarında daha da ileri gitmekte, insanın yerçekimine karşı koyduğunu ve nihayet uzaya çıkışının da bu sayede gerçekleştiğini iddia etmektedir.
Ancak Sayın Tan’ın sözkonusu teorisi, gerçekte evrim teorisini hiçbir şekilde desteklemeyen bir dizi sıçramalı spekülasyon olmaktan öte geçememektedir. Aşağıda Üner Tan’ın bu konuyla ilgili evrimci yanılgıları cevaplanmaktadır.
Evrim değil, genetik bozukluk
Söz konusu özürlü kardeşlerin durumu, evrimin iddialarına hiçbir yönden delil sağlamayan bir durumdur. Nitekim konuyla ilgili gelişmeleri başlangıçta evrimci yorumlarla aktaran Milliyet gazetesi, 16 Ocak 2006 tarihli ve “Evrim Değil, Genetik Bozukluk” başlıklı haberinde geri adım atmak zorunda kalmıştır. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Demirhan’dan yorumların aktarıldığı haberde bu olayın anne ve babadaki bozuk genlerin buluşması sonucunda meydana geldiği belirtilmiştir. Yazıda Demirhan’ın ayrıca şu sözlerine yer verilmiştir:
“Hastalığa neden olan genetik hasar 17’nci kromozomun kısa kolunda bulundu”.
Üner Tan’ın bu durumu sıçramalı evrim teorisinin iddiaları lehinde yorumlaması ise kendi adına kavram karmaşası ve önemli yanılgılara işaret etmektedir.
Sözkonusu genetik mutasyonun etkisi tahribattır
Sıçramalı evrim teorisi, canlıların iddia edilen evriminin Darwin’in öngördüğü yavaş ve kademeli gelişim yerine birbirini izleyen ve belirgin değişim ortaya koymayan durağanlık dönemleriyle devam ettiğini varsaymaktadır. Darwin’in teorisinin gerektirdiği araformların yokluğu karşısında evrimin batan gemisini kurtarmak için ortaya atılan bu teori, bir canlı türünün sihirli bir değnek değmişçesine aniden başka türlere dönüştüğünü, bu yüzden fosil kayıtlarında ara formlara rastlanmadığını savunmaktadır. Tümüyle hayal ürünü olan ve hiçbir mekanizması bulunmayan bu modelin, söz konusu özürlü kardeşlerdeki mutasyonla bağdaştırılması oldukça zorlama bir spekülasyondur.
Sayın Tan, bir genetik bozukluğun böylesine kapsamlı etkiler bırakmasından yola çıkarak, hayali evrim sürecinin tarihinde maymunsu bir canlının genetik değişim sonucu sıçrama yaparak ani ve geniş kapsamlı değişimlerle bir insana dönüşmüş olabileceğini iddia etmektedir. Ayrıca insan ruhunun da böyle bir evrimsel sıçramayla ortaya çıkmış olabileceğini ve uzaya gitmesini sağlayan insan aklının da bu ani süreçte gelişmiş olabileceğini varsaymaktadır.
Ancak açıktır ki, bir genetik bozukluğun etkilerinin geniş ölçekli olması, onu evrimsel sıçrama teorisi için kanıt yapmaya yetmeyecektir. Önemli olan kriter, ani değişimin “hangi yönde” etki meydana getirdiğidir. Örneğin, yüksekten atılan bir radyo, ani bir değişimle darmadağın olabilir, yapısını kapsamlı şekilde kaybedebilir. Ancak rastlantısal bir etkinin radyonun yapısını ani ve kapsamlı şekilde değiştirmesi, ters yönde bir değişim iddiasına, örneğin radyonun bir çekiç darbesiyle daha iyi bir radyoya veya televizyona dönüşebileceği iddiasına kanıt gösterilemeyecektir.
Özürlü vatandaşlarımızda gözlemlenen mutasyonun etkisinde de, genetik bilgide ani bir hasar sözkonusudur ve bunun etkisi kapsamlı bir “tahribat” şeklindedir.
Sıçramalı evrim teorisi iki ayaklılığı açıklayamaz
Üner Tan, iki ayaklılığın insanın hayali maymunsu atalarına isabet eden ve sıçramalı etki meydana getiren mutasyonlarla gerçekleştiğini iddia etmektedir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi Kırıkhanlı kardeşlerin durumu -sıçramalı veya sıçramasız -hiçbir “evrimleşme” örneği oluşturmamaktadır. Bu durum bir yana, genel olarak sıçramalı evrim teorisinin iki ayaklılığın gelişimini açıklayabilir hiçbir yönü de bulunmamaktadır. Paris Üniversitesi profesörlerinden matematikçi ve doktor Marcel-Paul Schützenberger, iki ayaklılık da dahil olmak üzere insan ve şempanze arasındaki farklılıkların evrimle açıklanamadığını şu sözlerle itiraf etmiştir:
“Kademeli gelişimciler ve sıçramalı evrimi savunanlar, insanı [sözde evrimle] gelişmiş primatlardan ayıran şu birkaç biyolojik sistemin bir ölçüde eş zamanlı şekilde ortaya çıkışını açıklamada tamamen yetersizdirler: Leğen kemiğinin değişiminin eşlik ettiği iki ayaklılık ve şüphesiz beyincik, parmak uçları özellikle hassas bir dokunma duyusu veren, çok daha becerikli eller; fonasyona (ses çıkarmaya) izin veren yutaktaki değişimler; merkezi sinir sisteminin özellikle temporal lobu seviyesinde, özellikle lisanı tanımaya izin veren değişimler. Embriyo oluşumu açısından bu anatomik sistemler birbirlerinden tamamen farklıdırlar. (Schutzenberger M-P., in “The Miracles of Darwinism: Marcel-Paul Schutzenberger ile Ropörtaj” Origins & Design , Vol. 17, No. 2, Bahar 1996, sf.10-15.)
Görüldüğü gibi insan ve maymun anatomileri son derece kompleks alt parçalardan meydana gelmişlerdir ve birbirlerinden oldukça farklıdırlar. İki canlı arasındaki anatomik uçurumların kompleksliği, rastlantısal ve sıçramalı değişimlere dayalı evrim senaryosunu imkansız kılmaktadır. Açıktır ki, kompleks bir sisteme isabet eden rastlantılar, en az bir alt parçayı etkiler. Bu etki, alt parçayla sınırlı kalmaz çünkü söz konusu parça başka parçalarla birleşmiş durumdadır. Rastlantısal etkiler ise daima yıkıcıdır. Bir radyoya isabet eden bir aşırı akım onu bozacaktır. Veya bir radyoya yapılacak çekiç darbelerinin meydana getireceği kapsamlı değişimlerin sıçramalı olması ve onu bir televizyona dönüştürmesi beklenemez. İnsan ve maymun bedenleri, radyodan çok daha kompleks sistemlerdir. Dolayısıyla ikisi arasındaki derin farklılıkların sıçramalı evrimle ortaya çıktığını öne sürmek, bir radyoya yapılan rastlantısal darbelerin onu bir televizyona dönüştüreceğine inanmaktan daha akıl dışıdır.
Mutasyonların insan ruhunu veya aklını meydana getirdiği iddiası dayanaksız bir dogmadır
CnnTurk.com”da kullanılan “ruhun evrimine sıçrama teorisi” başlığının da gösterdiği gibi evrimci spekülasyonlarda sınır tanınmayarak, tümüyle bilim dışı bir tavır sergilenmektedir. İnsan ruhu, bilinçle ilgilidir ve bilincin kökeni evrimle hiçbir şekilde açıklanamayan bir konudur. Bilindiği gibi evrim teorisi rastlantısal mutasyonlara dayanmaktadır. Mutasyonlar, DNA molekülü üzerinde yer alan değişimlerdir. Kısacası hayali evrimsel değişimin dinamiği olarak öne sürülen mekanizma, moleküler boyutta geliştirilen varsayımlar üzerine kuruludur. Bilinci ise bu boyutta ele almak mümkün değildir çünkü bilinç, maddeye indirgenemeyen bir olgudur. Bilincin kökeni hakkında, genlerde gerçekleşen mutasyonlara dayalı bir açıklama mümkün değildir.
Nature dergisinde yayınlanmış olan bir kitap tanıtımında konuyla ilgili olarak şu ifadelere yer verilmiştir:
“…genlerin nasıl akıl ürettiğini açıklayabilir miyiz? …Bu kitap gösteriyor ki genler beyni inşa ediyor. Ve bu beyinler esnek olmak ve öğrenmek için tasarlanmışlar. Ancak genlerden sıçrayarak akla gelmek dolaylı bir açıklama. Bu soru şu anda cevaplanamamakta ve bu cevabın nereden geleceği de tam olarak belli değil”. (Anthony P. Monaco, “A recipe for the mind,” Nature 427, 681 19 Şubat 2004)
Görüldüğü gibi Cnnturk.com”da yapılan mutasyonlar ve insan ruhu hakkındaki evrimci yorumların hiçbir bilimsel dayanağı bulunmamaktadır.
Sonuç:
Habere konu olan kişilerde meydana gelen genetik mutasyonlar sonucu daha uygun ve avantajlı özellikler ortaya çıkmamış, bu kişiler yeni genetik bilgilere dayalı yeni biyolojik özellikler kazanmamışlardır. Dolayısıyla ortada bir “evrimleşme” kanıtı bulunmamaktadır. Eğer bu tip sakatlıkların kanıtladığı bir şey varsa bu, mutasyonların organizmaya zararlı oluşundan başka birşey değildir.
İnsanları sakat bırakan mutasyonları evrimsel gelişime kanıt olarak yorumlamak, hayal aleminde gezinmekten farksızdır. Sayın Tan ve diğer evrimcilere bilimin gerçeklerine dönmeyi tavsiye ediyor ve şu açık gerçeği artık kabullenmelerini diliyoruz: İnsanın sahip olduğu kompleks yapılar, tesadüfi değişim ve kör doğa olaylarına dayalı mekanizmalarla asla açıklanamaz. İnsan tesadüflerle evrimleşmiş bir hayvan türü değil, Allah’ın üstün bir ilim ve kuvvetle yarattığı ruh ve akıl sabibi bir varlıktır.
Not: Bu yazı aynı zamanda Sabah gazetesince 27 Şubat 2006 günü, “Evrim teorisine yeni kanıt” başlığıyla yayınlanan habere de cevabımızdır.