Focus dergisi, insanın sözde evrimi hakkında ortaya atılmış senaryolardan derlediği kısa bölümleri bir hikaye üslubu içinde art arda sıralayarak, “insanın evrimi” masalını tekrar etti. Bu masalın bilimsel yönden geçersiz olduğunu şimdiye kadar Netcevap sayfalarında detaylı olarak izah etmiş olmamız ve konudaki pek çok bilimsel kaynak yayınlanmış olması (örneğin Harun Yahya”nın “Evrim Aldatmacası” ve “Hayatın Gerçek Kökeni” adlı eserleri, (www.harunyahya.org) nedeniyle, konunun detaylarına girmeyeceğiz. Ancak Focus”un iddialarının geçersizliğini özetlemek gerekirse, aşağıdaki noktalar belirtilebilir:
1) Focus dergisinde sayfalarca yer verilen ve insanın atası olduğu iddia edilen Australopithecus”un nesli tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey olmadığı defalarca kanıtlanmıştır. Bu gerçeği artık evrimciler de kabul etmekte ve Australopithecus”u zaten hayali olan “insanın soyağacı”ndan çıkarmaktadırlar. (Örn. Science et Vie, “Adieu Lucy”, (Elveda Lucy) Mayıs 1999)
2) Focus dergisinde Homo habilis adıyla tanıtılarak insanın atası gibi gösterilmeye çalışılan canlılar da aynı Australopithecus”lar gibi nesli tükenmiş bir maymun türüdür. Günümüzde bazı evrimci fosil bilimciler de bu sınıflamanın hayali olduğunu, Homo habilis denen canlıların aslında bir Australopithecus türü olduğunu savunmaktadır.
3) Focus dergisindeki sözde “insanın soy ağacı” şemalarında yer verilen Homo rudolfensis fosili evrimcilerin kemiklerini yanlış monte ederek insana benzettikleri bir maymun kafatasıdır.
4) Evrimcilerin Homo erectus adını verdikleri fosiller insanın sözde atası olan ilkel yaratıklar değil, günümüz insanının çeşitli ırklarıdır. Bu ırkların anatomi ve zeka bakımından günümüz insanından herhangi bir temel farklılığı yoktur.
5) “İnsanın evrimi” senaryosunda, bir insan ırkı olan Homo erectus ile kendisinden önce gelen maymunlar (Australopithecus, Homo habilis) arasında büyük bir uçurum vardır. Yani fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, aynı anda ve aniden ortaya çıkmışlardır.
6) Evrimcilerin insanın atası ilkel bir tür olarak tanımladıkları Neandertal insanı nesli tükenmiş bir insan ırkıdır. Bilimsel bulgular, Neandertallerin zeka ve kültür düzeyi yönünden bizlerden geri olmayan bir insan ırkı olduğunu göstermektedir.
7) İspanya”nın Atapuerca bölgesinde bulunan ve günümüz insanıyla tıpatıp aynı olan 800.000 yıllık fosil insanın hiçbir zaman evrim geçirmediğinin açık bir kanıtıdır. Dergide de konu edilen bu fosil (sf. 102) evrimcilerin işine gelmediği için ayrı bir tür olarak kabul edilmiş ve karışık evrimci sıralamalar arasına sıkıştırılarak dikkatlerden kaçırılmıştır. Bu da evrimcilerin kendi aleyhlerindeki kanıtları yok edemedikleri takdirde nasıl göz göre göre çarpıtabildiklerinin bir örneğidir.
8) Mary Leakey”nin Laetoli”de bulduğu 3.6 milyon yıllık ayak izleri Focus dergisinde kasıtlı olarak saptırılmak istendiği gibi A. afarensis”e değil modern insana aittir. İzler günümüz insanınınkinden hiçbir farkı olmayan ayaklar tarafından bırakılmıştır. Bu durum çıplak gözle rahatlıkla anlaşıldığı gibi, izler üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar da bu gerçeği kanıtlamıştır.
Üstteki açıklamalarda izah edilen konuların dışında, Focus dergisinde evrimcilerin en sık başvurdukları göz boyama yöntemlerinden biri olan sahte çizimlere, heykellere ve rekonstrüksiyonlara da geniş yer verildiği görülüyor. Dergide sözde evrimi destekler mahiyette sunulan bu canlandırma yöntemleri aslında dikkatli gözler için evrimci hileleri ve sahtekarlıkları ele veren somut birer kanıt niteliğinde.
İnsanın kökeni iddiasına dair fosil kayıtları çoğu zaman dağınık ve eksik oldukları için, bunlara dayanarak herhangi bir senaryo kurmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir iştir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar.
Focus”ta da bu yanıltma yönteminin somut örneklerine rastlamak mümkün. Örneğin nesli tükenmiş bir maymun türü olan Australopithecus”ların hayali rekonstrüksiyonlarının yapımına yardımcı olan Tel Aviv Üniversitesi öğretim üyesi Yoel Rak, bunları iki ayağı üzerinde dik yürüyen canlılar olarak tasvir etmesinin tamamen kendi sübjektif yorumu olduğunu dergide aktarılan alıntısında şöyle ifade etmekte:
“Eski atanın kamburu çıkmış olarak yürüdüğüne ilişkin klasik önyargıyla mücadele etmek istedik. Tersine Australopithecus“ların, bizden farklı olsalar bile iki ayak üstünde kamburu çıkmadan durduğunu, hatta biraz arkaya meylettiğini SANIYORUM.” (Focus, Ekim 2000, sf.101)
Görüldüğü gibi ortada herhangi bir bilimsel kanıt olmadan bilimsel adı altında ortaya sürülen heykeller o anda onu yapanların duygu ve tahminlerini, hayal ve beklentilerini yansıtmaktan öteye gitmiyor.
Focus dergisindeki yazıda, 150 yıl öncesinin ilkel bilim anlayışını yansıtan ve yüzyıl önce bilim dünyasının çöplüğüne atılan Lamarckist düşünceyi içeren ifadeler yer de alıyor.
Darwin teorisini geliştirirken, kendisinden önceki pek çok evrimci biyologtan, özellikle de Fransız biyolog Lamarck”tan etkilenmişti. Lamarck”a göre canlılar yaşamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki nesle aktarıyorlar, böylece evrimleşiyorlardı. Örneğin zürafalar, ceylan benzeri hayvanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.
O zaman bilim sanılan bu görüşlerin gerçekte birer batıl inanç oldukları 20. yüzyılın başlarında genetik kanunlarının bulunmasıyla anlaşıldı. Lamarck”çı düşünceyi esas alan Darwinizm de bu şekilde köklü bir darbe aldı ve teorinin temelinden çöktüğünü gören evrimciler yeni tezler, spekülasyonlar üreterek her ne pahasına olursa olsun Darwinizm”i ayakta tutma çabasına girdiler.
Focus dergisi ise birazdan örneklerini sıralayacağımız ifadelerde adeta yüzelli yıl öncesinden seslenir gibi Darwinizm”in temel direği Lamarckist yorumları makalesinin kilit noktalarına yerleştirmiş. Çoktan çürüdüğü için yerini neyle dolduracağını kara kara düşünen evrimci yandaşlarının aksine Focus dergisi sanki zaman makinesine girmiş gibi, en ufak bir tereddüt göstermeden Lamarckist yorumlara ardına kadar kapısını açmış. İşte örnekler:
– “Yaşamın açık arazilerde iki ayaklılığa nasıl yol açtığını gösteren pek çok kuram var. Kabul gören açıklamalardan birine göre, insangiller sıcaktan korunmak istemişlerdi. Dik duran birisinin, yalnızca başının tepesi güneşin yakıcı dik ışınlarına maruz kalır. Bu da sıcaklığın yüzde 60 oranında düşmesi demek”. (Focus, sf. 96)
Yukarıdaki ifadeler adeta birer “bilimsel facia” niteliğindedir. Her şeyden önce canlının iki ayaklı mı, dört ayaklı mı olacağı onun hücre çekirdeğindeki genleri tarafından kontrol edilir. DNA”sında “iki ayaklılık geni” varsa o canlı iki ayaklı, dört ayaklılık geni varsa o canlı dört ayaklı olur. Dört ayaklı bir canlı güneşten korunmak için istediği kadar dik durmaya çabalasın, bu durumunu uzun süre koruyamaz ve tekrar dört ayağı üzerine geri döner. Ayrıca yalnızca iskelet yapısı değil, dolaşım sistemi, sinir sistemi ve diğer tüm organları dört ayaklılığa uyumlu bir yapıya ve fonksiyonlara sahiptir. Dolayısıyla canlı sıcak bastığı için bütün bu organlarını ve sistemlerini iki ayaklılığa göre ayarlamalı ve genetik şifresini de bu yönde değiştirmesi gerekmektedir. Böyle bir değişimi de ne akılsız bir maymunun ne de dünyanın en dahi insanının gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu bir nevi açık denizde suya atlayan bir insanın hayatta kalmak ve deniz şartlarına uyum sağlamak için, kendinde yüzgeç ve solungaçlar oluşturmasına benzer. İstemekle ve gayret etmekle bu tür bir değişiklik oluşamayacağı meydandadır. Aksine bir düşünce ise ancak ortaçağ cehaletinin getirdiği bir hayal ürünü olabilir.
Kaldı ki, eğer bir insanın kendi vücut yapısını değiştirebileceği varsayılsa bile, bunun sonraki nesilleri etkilemeyeceği açıktır. Bu, Mendel”den bu yana biyolojinin en temel gerçeklerinden biridir. Buna rağmen Focus dergisinin hala Mendel öncesi ilkel kalıtım inançlarına bağlı olarak Lamarckist yorumlar yapması, “dik durmaya çalışan maymunlar giderek daha fazla dikleşip insan oldular” gibi iddialar öne sürmesi, tek kelimeyle gülünç.
Sonuçta, yukarıdaki kuramın bilim dünyasında kabul görmesi şöyle dursun, biraz biyoloji bilgisi olan bir kimsenin bile bu kuramı ciddiye alması mümkün değildir.
İşte Focus”tan aynı mantıkta bir örnek daha:
– “(Australopithecus“lar) Doğu ve Güney Afrika ikliminin 2.5 milyon yıl önce kuraklaşması sonucunda evrimleşmişlerdi”.
İklimin kuraklaşmasının bir canlının genetik şifresinde o iklime uyum gösterecek bir değişiklik oluşturması mümkün değildir. Dolayısıyla yukarıdaki ifadenin de Lamarck”ın 150 yıl önce öne sürdüğü, “zürafaların yüksek dallardaki yapraklara erişmek için çabalarken boyunlarının uzadığı” şeklindeki bilim dışı yaklaşımından hiçbir farkı yoktur. Ne ilginçtir ki Focus dergisi bu hurafeyi 21. yüzyılda savunma gibi garip bir misyonu üstlenmiş.
Bu hurafelerin ne derece bilim dışı oldukları elbette bu tür makaleleri hazırlayanlar tarafından da çok iyi bilinmektedir. Fakat cahil ve bilinçsiz bir kesim üzerinde bu tür hikayeler çok daha etkileyici ve ikna edici olduğundan gerektiğinde 150 yıl öncesinin safsataları bile bu “evrim aldatmacası”na malzeme yapılabilmektedir.
Aynı bilim dışı yaklaşımın çok daha bariz bir örneği:
– “Kurak otlaklardaki hareketli yaşam tarzı terlemeye yol açtığından, tüyler döküldü ve deri soluk almaya başladı. Pürüssüz derili, uzun boylu, büyük beyinli insanlar evrimleşti”.
Birincisi; kurak ortamda terlemenin tüylerin dökülmesiyle ne ilgisi vardır? Bugün kurak ortamda yaşayan binlerce maymun türünün vücudu sık tüylerle kaplıdır. Eğer tüy dökülmesi, derinin pürüssüzleşmesi evrimin bir kanıtı ise tüm insanların, aynı zamanda Afrika gibi sıcak ve kurak ortamlarda yaşayan tüm canlıların binlerce yıl öncesinden vücutlarında tek bir tüy bile kalmamış olması gerekmektedir.
İkincisi; varsayalım iklim nedeniyle bazı canlıların tüyleri döküldü. Bu durum onların genetik şifrelerine etki etmez ki daha sonra gelecek nesiller de tüysüz olsun. Aynı genetik şifre bir sonraki nesile aktarıldığında onların vücutları tüylü olmaya devam edecektir. Aksini savunmak, yani dış etkenlerle kazanılan bir fiziksel özelliğin sonraki nesillere geçtiğini öne sürmek tamı tamına Lamarck”ın teorisiyle aynıdır. Focus”un savunduğu görüş de budur.
Üçüncüsü; terlemeden, tüylerden ve deriden bahsederken aynı cümlenin devamında birdenbire, “pürüzsüz derili, uzun boylu ve büyük beyinli insanlar gelişti” gibi inanılmaz bir çıkarıma gidilmiştir. Acaba uzun boy ve büyük beyin de terleme sonucunda mı ortaya çıkmıştır? Anlaşılan o ki Focus yazarları tüy dökülmesi için uydurdukları türden bir senaryoyu uzun boy ve büyük beyin için uydurmakta zorlanmışlar ve bunları da aynı senaryonun bir ucuna sıkıştırıvermişler. Bu şekilde, uzun boyun ve büyük beyinin esrarı da evrimciler tarafından “bilimsel olarak” açıklanmıştır!
Buraya kadar görüldüğü gibi, evrim savunucularının geldikleri son nokta “hezimet” kelimesiyle dahi ifade edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Yıllarca öncesinin çürütülmüş fosilleriyle, 150 yıl öncesinin ilkel bilim anlayışıyla evrimi ayakta tutmaya çalışanların gerçekte kendi elleriyle kendi fikir sistemlerini yok etme sürecine girdikleri ve bu sürecin artık geri dönülmez olduğu açıkça ortadadır.