Evrimciler insanın maymunsu bir atadan evrimleştiğini ve sahip olduğu beynin de bu hayali süreçte irileşip geliştiğini iddia ederler. Buna göre beynin irileşmesi sözde evrimsel bir adaptasyondur. Yine bu iddiaya göre beynin sözde evriminden, hiçbir amacı ve hedefi olmayan, rastgele mutasyon ve doğal seleksiyon sorumludur. Darwinistlerin bu iddialarını desteklemekte en sık başvurdukları şey ise -kendi önyargılarına dayanarak- küçükten büyüğe doğru sıraladıkları kafatası şemasıdır. Bazı bilimsel kaynaklar bu iddia ve şemaları sık sık karşımıza çıkarırlar. Ancak beynin evrimi propagandası geçersizdir. İnsanın hayali soyağacına dahil edilen kafatasları aslında bize yansıtıldığı gibi düzenli bir gelişim ortaya koymaz. Tam aksine insan ve atası olduğu ileri sürülen Australopithecine”lerin kafatasları arasında çok büyük bir hacim farkı vardır ve bu farklılık insan ve maymunların ayrı ayrı ortaya çıktığını, yani yaratıldığını gösterir. Ayrıca insan beynindeki işlem kapasitesi çok üstün, tasarım da son derece komplekstir. Beyindeki bu özellikler bilgisayar mühendislerince yeni tasarımlar geliştirmede örnek alınmaktadır. Böyle bir organın rastlantısal mutasyonlarla gelişip evrimleştiği iddiası tamamen saçmadır.
İlk olarak, beynin büyüklüğü ile işlevselliği arasında hiçbir doğrusal ilişki olmadığını belirtmek gerekir. Ünlü dilbilimci David Bickerton bu durumu şöyle açıklar:
“İnsan beyni hacim olarak, kabaca 1,000 ila 2,000 cm3 arasında değişir ve ortalama bir insan beyni 1,400 ile 1,500 cm3 arasında hacme sahiptir. 2000 cm3 beyin hacmine sahip Oliver Cromwell veya 1000 cm3 beyin hacmine sahip Anatole France gibi insanlar vardır. Peki Oliver, Anatole”dan iki kat daha mı zekiydi? Bu soru bir anlam ifade etmiyor. Yelpazenin en altında yer alan kişiler dili kullanma hakimiyetleri; akıl, bilinç ve zeka özellikleri bakımından, herhangi bir insandan farksızdırlar”.
Beynin büyüklüğü ile zeka arasında doğrusal bir ilişki olmadığına göre, beyin boyutlarına dayalı bir “evrim” tasavvurunun da anlamı yoktur. Bu durum göstermektedir ki, beynin sözde evrim sürecinde ihtiyaçları karşılayacak şekilde irileştiği yönündeki adaptasyon iddiası bilimsel bir gözlem veya kanıta değil, körükörüne desteklenen Darwinizm”e dayanmaktadır.
Kaldı ki, beyin büyüklüğüne dayalı evrimci senaryolar kendi içlerinde de çelişkilidirler. Bu senaryoların önemli bir tutarsızlığı, sözde ilkel insanların, kendilerine atfedilen maymun adam rolüne karşın oldukça iri beyinlere sahip olmalarıdır. Senaryoya göre maymundan neredeyse farksız yaşayan canlılar, evrim mantığına ters bir şekilde iri beyinlere sahiptirler. Bu tutarsızlığı ilk keşfeden ise bizzat Charles Darwin”in kendisidir.
Doğal seleksiyon teorisini Darwin”le birlikte geliştirmiş olan doğa bilimci Alfred. R. Wallace, 1869″da Darwin”e bir mektup göndermiş ve insan beyninin doğal seleksiyonla açıklanamayacağı yönündeki korkusunu ifade etmişti. Wallace, şöyle diyordu: “Doğal seleksiyonun, vahşilere (sözde vahşi insanlara) ancak maymunlarınkinden birazcık büyük bir beyin vermesini bekleyebiliriz, oysa ki vahşilerin beyni, bizim eğitimli toplumumuzdaki ortalama bir insanın ancak çok az altındadır”. Darwin bunun teoriye tehdit oluşturduğunu hemen fark etti. Çünkü “ilkel” diye damgaladığı ırkların beyni, kendi teorisinin öngördüğü “ilkel insan” beyninden fazlasıyla büyüktü. Darwin, Wallace”a yanıtında onu şöyle uyarıyordu:
“Umarım kendi çocuğunu ve benim çocuğumu [evrim teorisini] öldürmemişsindir.”
O dönemden beri elde edilen fosil bulguları da Darwin”in korkusunu giderebilmiş değildir. Bu nedenledir ki, evrimci paleoantropolog Richard Leakey kendisine böylesine kompleks bir organın, sözde ilkel insanda neden ve nasıl geliştiği sorulduğunda, yanıtı “en ufak bir fikrim yok” olmuştur.
İnsan beyninin evrimini körükörüne savunan Darwinistlerin kafatası şemaları da bilimsel bir kanıt ortaya koymaz. Aslında kafatasları arasında bilimsel olarak gösterilmiş evrimsel bir bağ yoktur. Bu bağ, gerçekte fosilleri dizen evrimcilerin sadece “zihninde” mevcuttur. Bunu açıkça dile getiren bir otorite, İngiltere”deki Doğa Tarihi Müzesi Baş Paleontologu Colin Patterson”dur. Patterson yaptığı açıklamalarla Darwinizm”in felsefi nedenlerle desteklendiğini sık sık dile getirmiştir. Patterson, kendisiyle yapılan bir ropörtajda, insanların varmış gibi gösterip anlatmayı sevdiği serilerin fosil kayıtlarında bulunmadığını söylemiştir. Patterson şöyle devam etmiştir:
“Eğer fosil kayıtlarında süreklilik için kanıt nedir diye soracak olursanız buna şöyle cevap verilmesi gerekir. Hayvanların ve de insanın fosillerinde böyle bir süreklilik yoktur. Aralarındaki bağlantı zihindedir” .
Patterson aynı ropörtajda evrim teorisinin felsefi bir problemi bulunduğunu, insanların buldukları kanıtların kendi isteklerini yansıttığını söylemiştir.
Evrimcilerin tamamen önyargıya dayanarak oluşturduğu şema bile evrim teorisinin dayandığı sürekliliğı göstermemektedir. İnsanın dahil olduğu Homo ve uzun yıllar sözde atası olarak savunulan Australopithecus genuslarının ortalama beyin hacimleri arasında büyük bir uçurum vardır. Australopithecine”ler günümüz şempanzesi kadar beyin hacmine sahip olduğu halde (450 cc) evrimsel soyları olduğu ileri sürülen Homo erectus 900 ila 1100 cc arasında beyin hacmine sahiptir.
Üstelik evrimcilerin hayali soy ağacına dahil ettikleri Australopithecus kafataslarının hacimlerini, evrim senaryosuna uydurmak için, normalden yüksek gösterdikleri ortaya çıkmıştır. Fiziksel antropoloji profesörü Glenn. C. Conroy ve arkadaşları 600 cc hacme sahip olduğu ileri sürülen bir Australopithecus kafatasını (Stw 505) bigisayarlı tomografi görüntüleme kullanarak incelediler. 600 cc. Australopithecine”lerin ortalama kafatası hacminin üzerinde olduğu için bazı araştırmacılarca evrime kanıt gösterilmişti. Oysa Conroy ve arkadaşları son teknolojiyi kullanarak ölçtükleri kafatasının gerçekte 515 cc. hacme sahip olduğunu ilan ettiler. Araştırmacılar, Science dergisindeki yazılarının sonunda, hiçbir Australopithecine”in, bırakın geçmeyi, 600 cc. ye yaklaşmasının bile sözkonusu olmadığını, “önemli erken hominidlerin kafatası hacimlerinin “şişirilmiş” olduğunun ortaya çıktığını” yazıyorlardı.
New York Eyalet Üniversitesi”nden Dean Falk ve Columbia Üniversitesi”nden Ralph Holloway gibi iki ünlü beyin uzmanı ise ayrı yazılarda Conroy”un sonuçlarını yorumladılar ve austrolapithecine”lerin kafatası hacimlerinin gerçeğin üstünde gösterildiğini kendilerinin de önceden fark ettiklerini yazdılar. Son olarak Amerikan Fiziksel Antropoloji Derneği”nin yıllık 1999 toplantısında, önceden 500 cc. hacme sahip oldukları ilan edilen birkaç Australopithecus africanus kafatasının yeniden ölçüldüğü ve ancak 450 cc. hacme sahip oldukları duyuruldu .
Görüldüğü gibi hayali soyağacına yerleştirilip propagandası yapılan şemalardaki hacimlerde evrimci önyargılar büyük rol oynamakta ancak şu gerçek değişmemektedir: İnsanın sözde atası olarak lanse edilen Australopithecine”lerin beyin hacmi bir şempanzenin beyin hacmi kadardır. Ve bu hacim, insan iskeletine sahip en eski grup -yani en eski insan- olan Homo erectus”un beyin hacminin de yarısı kadardır. İnsan ile onun sözde ataları arasında büyük bir anatomik uçurum olduğunu gösteren bu durum, kuşkusuz evrim teorisine büyük bir darbedir.
Hayali soyağacındaki tutarsızlıklar, beyin gibi hayati rolde ve kompleks yapıda bir organın sözde evrimine önerilen mekanizmada da ortaya çıkar. Beyin gibi kompleks bir organın söz konusu kör mekanizmayla, yani rastlantısal mutasyonlarla geliştiğini savunmanın anlamsızlığı ortadadır. Radyasyon ve mutasyon uzmanı olan James F. Crow bu durumu şöyle ifade eder:
“Bir televizyonun devrelerinde meydana gelecek bir rastlantısal değişimin görüntüyü geliştirmeyeceği gibi, hayatı oluşturan ve yüksek seviyede entegre olmuş kimyasal işlemler sisteminde meydana gelecek bir değişimin de yaşamı zarara uğratacağı kesindir” .
İnsan beyni günümüz teknolojisinin çok ilerisinde kompleks bir tasarıma sahiptir. Dünyaca ünlü bilgisayar firmaları, mühendislerine beyindeki organizasyon hakkında seminerler vererek onları yeni tasarımlarında beyinden ilham almaya yöneltmeye çalışmaktadır. (*) Ünlü biyokimyager ve bilim yazarı Isaac Asimov beyin hakkında şunları söyler:
“Bir insanın bir buçuk kilo ağırlığındaki beyni bildiğimiz kadarıyla evrendeki en düzenli ve kompleks ayarlamadır”.
Beyindeki bu tasarımın mükemmelliği gözönüne alındığında beynin kör rastlantıların bir ürünü olduğu iddiasının saçmalığı açıkça ortaya çıkar. Nitekim bunu bir dogma olarak savunmayı bırakıp kendilerine “nasıl” sorusunu soran hiçbir evrimci buna verecek mantıklı bir cevap bulamamış, bu senaryoyu kabul edilir bulmadıklarını itiraf etmişlerdir.
Örneğin Amerikan Bilimi Geliştirme Derneği toplantısında konuşan Henry Fairfield Osborn, beyin hakkındaki bilgilerimizin günümüzle kıyaslanamayacak kadar az olduğu 1929 yılında bile, kendisini şunları söylemek zorunda hissetmiştir:
“Bana göre insan beyni bütün evrendeki en harika ve gizemli obje. Ayrıca hiçbir jeolojik dönem bunun evrimle ortaya çıkmasına izin verecek kadar uzun görünmüyor”
Ünlü biyolog Jean Rostand ise zaman ne kadar uzun olursa olsun insan beyninin evrimle çıktığı senaryosuna kendisini inandıramadığını söyler:
“Hayır, kesinlikle, kendimi inandıramıyorum. Böyle kalıtımsal yanlışlıkların, doğal seleksiyonla işbirliği içinde olsa bile; çok uzun zamanların evrime yaşam üzerinde çalışmada sağlayacağı avantajlarla bile; yapısal cömertliği ve güzellikleriyle, şaşırtıcı uyumlarıyla bütün dünyayı inşa ettiğine inanmıyorum,…kendimi göz, kulak ve insan beyninin bu şekilde ortaya çıktığına ikna edemiyorum. ”
Evrimci antropolog Lyall Watson da, iri beyinli insanın kademeli bir süreçte nasıl ortaya çıkmış olabileceği konusunda hiçbirşey bilmediğini ifade etmektedir:
“Örneğin modern iri maymunlar sanki hiçbir yerden gelmemiş gibidir. Dünleri, fosil kayıtları yoktur. Ve dik yürüyen, tüysüz deriye sahip, alet yapabilen, iri beyinli insanın gerçek kökeni, eğer kendimize karşı dürüst olursak, aynı derecede gizemli bir konudur”.
Tüm bu gerçekler göstermektedir ki, insan beyninin evrimle ortaya çıktığı iddiaları hiçbir bilimsel kanıta dayanmamaktadır. Bunlar gerçekte sadece felsefi önyargılardan kaynaklanan hayali senaryolardan ibarettir. İnsan teknolojisinin erişemediği bir tasarıma sahip olan insan beyninin rastlantı eseri ortaya çıktığını iddia etmek yeryüzündeki bilgisayarların mühendisler tarafından yapılmadığına, birtakım rastlantılar sonucunda, plastik ve metallerin gelişigüzel birleşmeleriyle oluştuklarını iddia etmek gibidir. Tutarlı olan düşünce, bilgisayarın tasarımcısı olduğu gibi çok daha üstün tasarıma sahip beynin de tasarlanmış olduğunu kabul etmektir. Apaçık gerçek, beyindeki tasarımın Allah”ın yaratmasının bir eseri olduğudur.