Gazete ve televizyonlarda sık sık karşımıza çıkarılan evrim haberlerinin çoğu insanla ilgilidir. İnsanın sözde atalarının yani hominidlerin sözde “insanlaşma” sürecinde ne gibi anatomik ve kültürel değişimler geçirdiği; iki ayaklılık ve büyük beyin gibi insansı özelliklerin sözde evrimsel temellerinde hangi nedenler olabileceği gibi konular hakkında çeşitli spekülasyonlar yapılır. Diş kalıntılarına bakılarak beslenme alışkanlıkları ve bunun sözde evrime olan etkileri ya da fosillerin coğrafi dağılımına bakılarak insanlığın dünyanın neresinde ortaya çıkmış olup hangi yollarla diğer bölgelerine yayılmış olabileceği gibi…
Gazete ve televizyonlarda bu konular hiçbir tartışmaya yer vermeyen, şüphe izi taşımayan ifadelerle aktarılır. “Darwin”in Teorisi İspatlandı”, “İnsanın Evriminde Kayıp Halka Bulundu” “İnsanın 4 Milyon Yıllık Atası Keşfedildi” gibi… Bu haber başlıkları insanın evrimi propagandasını geniş kitlelere aktarırken sanki kesin gerçekleri haber verir gibidirler. Dünyanın uzak bir bölgesinde spekülasyonlar yapan bir evrimcinin iddiaları bizlere sanki tartışılmaz bilimsel gerçeklermiş gibi taşınır.
Aynı konular hakkında bilim dergilerine baktığımızda ise çok daha farklı bir anlatımla karşılaşırız. Bu defa fosiller, iki ayaklılığa geçiş senaryoları, el becerisi ve beynin gelişimi senaryoları hakkında daha “tartışmacı” bir anlatım görürürüz. Evrimci bilim adamları çeşitli bulgu ve senaryolar üzerinde -gazete ve televizyonlarda bize aktarılanın aksine- anlaşma içinde değildirler. Discovering Archaeology dergisindeki bir makalede bu durum şöyle özetlenir:
“Belki de bilimin hiçbir alanı insanın kökeni araştırmaları kadar tartışmalı değildir. Saygın paleontologlar insanın soy ağacının en temel çizgileri üzerinde dahi anlaşmazlık içindedirler. Yeni dallar coşkulu zafer marşları arasında eklenir ancak en son fosil bulguları karşısında solup kurumaya mahkumdurlar”. i
Yani gazete ve televizyonlarda sürdürülen insanın evrimi propagandası, perde arkasında tamamen tartışmalı, belirsiz ve hayali spekülasyonlara dayalıdır. Çoğu kişinin kesin bilimsel gerçekler zannettiği haberler aslında sürüp gitmekte olan tartışmalara eklenen başka tartışmalı varsayımlardır. Gazete ve televizyonlar, insanın evrimi senaryolarının izleyicilere makul görünümlü sebep-sonuç ilişkileri içinde aktarıldığı sahneler; bilim dergileri ise tartışmalı spekülasyonların sürekli çatışma halinde olduğu, kargaşa dolu sahne arkaları gibidir.
Bu ikisi arasında sürekli bir etkileşim vardır; yeni bir spekülasyon tartışmalar içinden sıyrılıp perde arkasından sahneye geçtiğinde, yani gazete ve televizyonlarda haber yapıldığında, tartışmalı tüm yönlerinden arınmış, bilimsel bir gerçek görünümüne bürünmüştür. Bu sayede yeni bulgular, yeni spekülasyonlar sürekli birbirini izler. Kayıp halka ilan edilen fosiller bir süre sonra yeni fosillerin bulunmasıyla soyağacından çıkarılıp unutulur. Gün geçtikçe yeni senaryolar, yeni hikayelerle birlikte yeni bilim adamları ortaya çıkar. Sahne arkasından çıkan bulgular, senaryolar ve bilim adamları zamanla değişse de sahnede sergilenen oyun hiç kesintiye uğramadan devam eder: İnsanın evrimi masalı.
Sahne ve perde arkası arasındaki çelişkili durumu göstermesi açısından, Scientific American dergisinin Ocak sayısında yayınlanan, “An Ancestor to Call Our Own” (Kendi Atamızı Çağrıştıran Bir Ata) başlıklı yazı dikkat çekicidir. Kate Wong tarafından kaleme alınan yazıda yakın bir süre önce ortaya çıkarılan bazı tartışmalı fosillerin, insanın evrimi senaryoları üzerindeki etkisi ele alınarak çeşitli evrimcilerin bunlarla ilgili görüşlerine yer verilmektedir. Wong, yazısının spotunda “Tartışmalı yeni fosiller bilim adamlarını insanlığın doğuşuna her zamankinden daha fazla yaklaştırabilir” cümlesine yer vererek, yeni fosilleri, insanın sözde evrimle ortaya çıktığı dönemleri aydınlatabilecek bulgular olarak tanıtmaktadır. Ancak yazı okunduğunda yeni fosillerin, insanın evrimi senaryolarını desteklemenin aksine yepyeni çelişkiler ve yepyeni tartışmalar ortaya çıkardığı görülmektedir. Bu çelişkiler özetle şu şekildedir:
- Yazıda, yeni bulunan en yaşlı fosiller (Orrorin tugensis, Ardipithecus ramidus kadabba, Sahelanthropus tchadensis) hakkında şu ifadelere yer verilmektedir:
“Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ateşli tartışmalara da yol açtılar. Aslında, uzmanlar yeni türlerin soyağacının neresine ait oldukları konusunda ve henüz bir hominidi oluşturan özelliklerin ne olduğu konusunda bile derin görüş farklılıkları taşıyorlar. … Tartışmalı görüşler bir ölçüde araştırmacıların insan soyunu neyin özgün yaptığı hakkında anlaşamadıkları gerçeğini ortaya çıkarıyor. “Hominidleri tanımlamamız oldukça zor” diyor Poitiers Üniversitesi”nden Roberto Macchiarelli”
Bu ifadeler sahne arkasındaki belirsizliği ve önyargıları çok güzel bir şekilde özetlemektedir. Hayali soyağacının temellerini oluşturan fosillerin, hangi anatomik özelliklere göre insana uzandığı ileri sürülen evrimsel kola yerleştirileceğini evrimcilerin kendileri bile tam olarak bilememektedirler. Bunlar aslında bizim daima dikkat çektiğimiz bir noktanın üstü kapalı bir itirafıdır: Soyağacındaki fosillerin hominid olarak kabul edilmesi sadece evrimci önyargılarla ilgilidir. Evrimciler soyu tükenmiş maymun türleriyle ortadan kalkmış insan ırklarına ait fosilleri evrimci bakış açısıyla yorumlayıp sıralamakta sonra bunları evrime kanıt gibi göstermektedirler. Elbette böyle bir tutum yanlış bir kısırdöngüdür: Kendi evrimci varsayımlarını ispatlamada kendi önyargılarına dayanmaktadırlar.
- Orrorin tugensis olarak isimlendirilen ve 6 milyon yıllık oldukları kabul edilen fosil kalıntıları ortaya çıkaran paleontologlar, Martin Pickford ve Brigitte Senut, paleoantropolojik dogmayı yıkarak Homo cinsinin atasının Australopithecus afarensis(Lucy) değil, kendi buldukları fosil olduğunu ileri sürmekte ve Lucy”nin insanın evrimi senaryolarındaki yerinden çıkarılması gerektiğini iddia etmektedirler. “
Lucy, onyıllar boyunca insanlara en direk akrabaları olarak gösterilen, evrim propagandasının en popüler simgelerinden biri haline gelmiş bir türdür. Wong”un yazısında Lucy”nin ata olarak benimsenmesinin bir dogma olduğu, dahası bu dogmaya bizzat evrimcilerin itiraz ettiği belirtilmektedir. Wong”un yazısında belirtilmese de Kenyanthropus platyops bulgusunu değerlendiren Richard Potts (Smitsonian Müzesi İnsan Kökenleri Bölümü Başkanı) gibi araştırmacılar da Lucy”nin artık soyağacından çıkarılması gerektiğini savunmaktadırlar . Yani onyıllar boyu sahnede kalmış Lucy artık sıradan bir maymun türü olarak sahneden indirilip çöpe atılmak üzeredir.
- İnsanın iki ayaklılığı hakkında sahnede anlatılanlar, savanlarda avcıları izlemek için doğrulan hominidlerin zamanla iki ayaklı hale geldiği şeklindedir. Bu iddianın temelinde, insanlığın beşiği olduğu ileri sürülen Etiyopya”nın Rift vadisinin, insanın evrimle ortaya çıktığı varsayılan dönemlerde ormandan yoksun kurak bir bölge olduğu yönündeki jeolojik bulgular yatar. Ancak Wong”un yazısında bu varsayımın artık bir anlamı kalmadığı belirtilmektedir. Orrorin tugensis ve Ardipithecus ramidus kadabba gibi iki ayak üzerinde yürüdüğü ileri sürülen daha eski sözde hominidlerin, orman açısından zengin bölgelerde yaşadıklarının belirlendiği ifade edilmektedir. Kent Üniversitesi”nden C.Owen Lovejoy ise iki ayaklılığa geçişi doğrulmaya bağlayan senaryoyu en baştan reddetmekte, dik duruşun seçilmesinin iki ayaklılığa geçiş sağlayamayacağı yönünde görüş bildirmektedir. Böylece sahne arkasındaki tartışmalar onyıllardır sahnede sergilenen bir başka iddianın bir masaldan ibaret olduğunu göstermektedir.
- Scientific American yazısı, sonuç kısmıyla insanın evrimi senaryolarının daha genel bir çelişkisini göstermektedir. Evrimciler tarafından yüzyılın bulgusu olarak gösterilen Sahelanthropus tchadensis kafatasını ortaya çıkaran ve 26 yıl boyunca çöllerde insanın evrimini kanıtlayacak fosiller aramış olan tecrübeli paleontolog Michell Brunet, “Bu, henüz daha hikayenin başı” diyerek yeni fosiller bulmak için daha çok uzun süreler çalışmak gerektiğini vurgulamaktadır. Bu durumda gazete ve televizyonlarda empoze edilen insanın evrimi iddialarının bilimsel bulgulardan yoksun olduğu halde körükörüne sürdürülen bir dogma olduğu ortaya çıkar.
Yukarıda aktardığımız bu çelişkiler gazete ve televizyonlarda aktarılan evrim haberlerinin sadece “sahne büyüsü” gibi olduğunu göstermektedir. İddiaların perde arkasına genel bir bakış atıldığında bile bu büyünün etkisi hemen geçmekte ve insanın evrimi senaryolarının çelişkilerle dolu, hayali bir tartışmadan ibaret olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.
İlginç bir şekilde insanın evrimi senaryolarının ortaya koyduğu en büyük çelişki aslında insanın evrimini ispatlamaya çalışan araştırmacıların kendileridir. Söz konusu kişiler hayatlarını insanın maymun benzeri bir canlıdan evrimleştiğini ispatlamaya adamış, bu amaçla ömürlerini çöllerde kazı yaparak geçiren kişilerdir. Ancak tüm bu insanların zahmetli çabalarıyla ortaya çıkan soyağacı teorilerine kanıt sağlayamamıştır. Wong”un yazısından da aktardığımız gibi, soyağacını oluşturan fosillerin, insanın evrimi iddialarına katkısını (hominid olup olmadığını) henüz kendileri bile tam olarak bilememektedirler. Kısacası evrimciler bir tür hayal aleminde çalışmalarını sürdürmektedirler. Güçlü ancak asla ispatlayamayacakları hayallerle yaşamaktadırlar. Yüzyılı aşkın süredir sürdürülen bu çalışmalar insanın iddia edilen evrimsel kökenlerini ortaya çıkarmamış, kemikler arasında hayali ilişkilerin kurulduğu bir tür “benzeşme oyunu”yla sınırlı kalmıştır.
Eğer bu araştırmacılar insanın gerçek kökenini merak ediyorlarsa bu benzeşme oyunu ve zahmetli kazılardan bir an için vazgeçip insanın ana rahmindeki gelişimi ve doğumu üzerinde düşünebilirler. Acaba kör tesadüfler bir hücreyi, yaklaşık 220 farklı dokudan meydana gelen; göz, kulak, beyin, böbrek, akciğer gibi kompleks organlar ve damar ağı, iskelet-kas sistemi, sinir sistemi gibi daha da kompleks yapılara sahip bir “insan”a dönüştürebilir mi? Acaba kör tesadüfler dil, konuşma ve düşünme gibi yetenekleri ortaya çıkarabilir mi?
Elbette bu kompleks yapıların kör tesadüflerle ortaya çıkması, bu gelişim planında kusursuzca yürütülen programın zamanla kendiliğinden gelişmesi mümkün değildir. Hiçbir bilgisayar çipi kendi başına bırakıldığında tesadüfen eksiksiz bir bilgisayar ortaya çıkarmaz. Bir bilgisayar gördüğümüzde bunun bir mühendis tarafından bilinçli olarak tasarlandığını anlarız. Aynı şekilde insanın tek bir hücrenin bölünmesiyle ortaya çıkması ve sahip olduğu kompleks sistemler de bilinçli bir tasarımcının, yani bir Yaratıcı”nın varlığını gösterir. Bu Yaratıcı, sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Yüce Allah”tır. Allah Kuran ayetlerinde insanın yaratılışını şöyle anlatır:
“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak”ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”
(Müminun Suresi, 12-14)
1. Family Fights: The search for human ancestors gives more heat than light, Discovering Archaelogy, July – August 1999, sf.36
2. “Discovery rocks human-origin theories”, Tim Friend, 21 Mart 2003: http://www.usatoday.com/news/science/2001-03-21-skull.htm