Cumhuriyet Gazetesi ve Dr. Abidin Kumbasar’ın Diyalektik Materyalist Yanılgıları

 Cumhuriyet gazetesinin 13 Nisan 2003 tarihli sayısında “Doğada Yaşam, Çatışma ve Savaş” başlıklı bir yazı yayınlandı. Gazetenin “Olaylar ve Görüşler” bölümünde yer alan yazı, Prof. Dr. Abidin Kumbasar imzasını taşıyordu. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı”ndan emekli öğretim üyesi olan Kumbasar, yazısında çökmüş bir ideoloji olan komünizmin demode söylemlerine yer veriyor; toplumdaki efendi-köle ve sömüren-emekçi ayrımlarından söz ederek “sömürü düzenine başkaldırı” mesajları veriyordu.

Kumbasar, komünizmde “düşman” kabul edilen din aleyhinde de hezeyanlar sergileyerek dinlerin ölümden sonraki yaşamda vaat ettiklerini, insanın yeryüzünde gerçekleştirebileceğini iddia ediyordu. Yazısında bu komünist söylemlerine sözde bilimsel dayanaklar da gösteriyordu. Oysa bunlar hiçbir bilimsel değeri olmayan yanılgılardan ibaretti.

Dr. Kumbasar”ın 50 Yıllık Köhne Bir Deneyden Aldığı Yanlış İlham

Komünizmin temel dogması olan diyalektiğin doğada da geçerli olduğu tezini savunan Kumbasar, canlılığın sözde tesadüflerle ortaya çıktığı tezinin de “ispatlandığını” ileri sürüyordu. Yazar kendisi için ancak bir avuntu kaynağı olabilecek Miller deneyini sözde bilimsel kanıt olarak sunuyordu.

Kumbasar Miller deneyi hakkında şöyle yazıyordu:

“Protoplazmanın oluşumu konusundaki varsayım, bilim tarihine “Şikago Deneyi” olarak geçen ve 1953″te kimyacı Stanley Miller tarafından laboratuvarda gerçekleştirilen deneylerle kanıtlanmıştır.”

Stanley Miller deney aparatıyla birlikte.

Dr. Kumbasar”ın deney hakkındaki bu yorumu tamamen gerçekdışıdır. Çünkü bu deney protoplazmanın, yani hücre içindeki materyalin tesadüflerle oluşabileceği tezini ispatlamış değildir. Deneyde canlı bir hücre veya hücrenin yapıtaşları olan proteinler oluşturulmamış, sadece birkaç basit aminoasit sentezlenmiştir. Oysa zaten mesele amino asitlerin oluşup oluşamayacağı meselesi değil, aminoasitlerin tesadüfen doğru sıralamayla dizilerek proteinleri oluşturmaları, bunların da bir hücre meydana getirmeleri senaryosudur. Bu, matematiksel olarak imkansızdır.

Kaldı ki, Miller”ın sentezlediği aminoasitler de bir anlam taşımamaktadır. Çünkü Miller deneyinde ilkel dünya atmosferinde bulunmayan gazlar kullanmış, ilkel atmosferdeki gazları gerçekçi şekilde taklit eden bir ortamda bu aminoasitlerin sentezlenemeyeceğini kendisi de itiraf etmiştir. Yani bu deney hayatın tesadüflerle ortaya çıktığı tezine hiçbir katkıda bulunmamıştır. (Bu deneyin detayları için bkz. Miller Deneyi)

Dr. Kumbasar”ın bu deneyi 50 yıl sonra “kanıt” olarak göstermeye çalışması ise, kendisinin bilimsel gelişmeleri yarım asırlık bir gecikmeyle takip ettiğini göstermektedir. Modern bilim, canlılığın kompleks yapısının ancak yaratılışla açıklanabileceğini gösterdiği halde, yaratılışı kabullenmek istemeyen Kumbasar, materyalist dogmaya bağlılığını korumakta ve materyalist çevrelerde uyandırdığı heyecanın anlamsız olduğu ortaya konan bu deneyi hala kesin bir kanıtmış gibi göstermektedir.


Robert Shapiro

Gerçekte ilk hücrenin nasıl ortaya çıktığı konusu, değil deneysel olarak kanıtlanmış, tutarlı bir şekilde teorize dahi edilemeyen bir aşamadır. Kumbasar”ın aksine, bazı evrimciler bunu açıkça ifade etmekten kaçınmamaktadırlar. Bunlardan biri olan Robert Shapiro, Dr. Kumbasar”ın da inandığı “kimyasal evrim”in aslında sadece materyalist felsefenin bir gereği olarak savunulduğunu şöyle açıklar:

“Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA”ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke “kimyasal evrim” ya da “maddenin kendini örgütlemesi” olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme olan bağlılık uğruna inanılır.

Dr. Kumbasar”ın Diyalektik Çatışmaya Olan Dogmatik İnancı – Ve Gerçekler

Dr. Kumbasar”ın yazısına seçtiği başlık da Shapiro”nun tespitini onaylar niteliktedir. Kendisinin “diyalektik materyalizme” dogmatik bir bağlılığı vardır ve her şeyi bu perdenin arkasından görmektedir. Örneğin “Doğada Yaşam, Çatışma ve Savaş” başlığını kullanan yazar, tüm doğayı bir tür diyalektik çatışma alanı gibi görmekte, canlıların ancak doğaya uyum sağlayabildikleri ve ancak aralarındaki çatışmalarda üstün oldukları durumda yaşayabileceklerini, aksi takdirde soylarının tükenceğini ileri sürmektedir. Bu bir 19. yüzyıl varsayımıdır. Gelişen bilimle birlikte ise, doğadaki canlıların davranışları daha iyi gözlemlenir olmuş ve sonuçta doğadaki yaşamın bencil bir hayatta kalma mücadelesinden ibaret olmadığı anlaşılmıştır. Gerek türler arasında gerek tür içinde çok çeşitli fedakar davranışlara rastlanması, hatta canlıların bunun için zaman zaman kendi canlarını dahi tehlikeye attıklarının görülmesi “çatışmaya dayalı doğal yaşam” tezini geçersiz kılmıştır. Örneğin;

  • İşçi karıncaların kendi üreme menfaatlerini bir yana bırakıp kraliçenin hizmetinde tehlikeli görevlere soyunması
  • Vampir yarasaların bazen kendileriyle doğrudan ilgili olmayan komşu yarasalar için emdikleri kanları çıkarmaları
  • Doğu Afrika”da ortalama 80 üyeli yeraltı kolonileri halinde yaşayan çıplak kör sıçanlar arasında sadece bir çiftin üreyip diğerlerinin kendilerini yavruların bakımına ve yuvanın savunmasına adamaları
  • Yine Doğu Afrika”da yalıçapkını (bir balıkçıl türü) kolonisindeki üyelerin üremek yerine zamanlarını, ancak uzaktan akraba olabilecekleri üreyen başka bir çift için balık avlayarak geçirmeleri

gibi davranışlar evrim teorisiyle hiçbirşekilde açıklanamaz. (Bu konuda daha fazla örnek için bkz. “Canlılardaki Fedakarlık ve Akılcı Davranışlar“, Harun Yahya, Global Yayıncılık, İstanbul, 1999)

İngiliz zoolog Wynee-Edwards”ın hayvan toplulukları üzerinde 1960 ve 70″lerde yaptığı uzun çalışmalar da, canlı topluluklarının çok ilginç bir biçimde nüfuslarını dengelediklerini ve yiyecek için rekabeti engellediklerini ortaya koymuştur. Hayvan toplulukları çoğunlukla nüfuslarını ellerindeki yiyecek kaynaklarına göre düzenlemektedirler. Nüfus, açlık ve salgın hastalıklar gibi “zayıfları eleyen” faktörlerle değil, asıl olarak hayvanlarda yer alan içgüdüsel denetim mekanizmaları ile kontrol edilmektedir. Yani hayvanlar, nüfuslarını Darwin”in varsaydığı kıyasıya rekabet yoluyla değil, kendi üremelerini sınırlayarak kontrol etmektedirler.

Bitkiler bile Darwin”in öne sürdüğü “rekabet yoluyla seleksiyon” örnekleri değil, nüfus kontrolü örnekleri vermektedir. Botanikçi Bradshaw”un yaptığı gözlemler, bitkilerin çoğalırken üzerinde büyüdükleri alanın “yoğunluğu”na göre davrandıklarını, alandaki bitki yoğunluğu arttığında üremeyi azalttıklarını ispatlamıştır.

Son yıllardaki bazı araştırmalar, fedakarlık davranışının bakterilerde bile var olduğunu ortaya çıkarmıştır. Hiçbir beyne ya da sinir sistemine sahip olmayan, dolayısıyla düşünme yetenekleri bulunmayan bu canlılar, bir virüs tarafından işgal edildiklerinde, diğer bakterileri korumak için intihar etmektedirler.

Bu örnekler, doğayı mutlak bir çatışma alanı olarak gören Darwinistlerin ve – Dr. Kumbasar gibi – diyalektik materyalistlerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını göstermektedir. Doğada rekabetin bulunduğu doğrudur, ama bu rekabetin yanında çok belirgin fedakarlık ve dayanışma örnekleri de vardır.

Dr. Kumbasar”ın Big Bang Yanılgıları

Sayın Kumbasar”ın gözardı ettiği, hatta gizlediği bir gerçek de Büyük Patlama”nın ortaya koyduğu gerçeklerdir. Dr. Kumbasar, günümüzdeki sosyal yapıyı anlattığı yazısına Büyük Patlamayla başlamakta ve şu cümlelere yer vermektedir:

“Evrenimizde herşeyin enerji boşalımı olarak tanımlanan “Büyük Patlama” (Big Bang) ile on üç buçuk milyar yıl kadar önce başladığı varsayılıyor. İzleyen milyarlarca yıl içinde süregelen enerji-madde ve madde-enerji etkileşimleriyle kosmosun bugünkü konumuna geldiği, konuunun uzmanı bilim adamlarınca kabul edilmekte”

Kumbasar”ın “yorumsuz” gibi aktardığı bu cümlelerde önemli bir gerçek gizlidir: “Büyük Patlama”nın, (Kumbasar”ın da belirttiği gibi) uzmanlarca evrenin varlığını açıklayan tek görüş olması, sonsuzdan gelen evren modelini savunan materyalist felsefenin geçersizliğini göstermektedir. 20. yüzyılda astronomi alanında yapılan çok önemli buluşlar evrenin yaratılışını kesin olarak ispatlamıştır. Özetle; evreni oluşturan madde ve enerji sıfır hacimde, sonsuz yoğunlukta bir noktanın patlamasıyla varolmuştur. Şaşırtıcı bir şekilde karmaşa ve yıkım getiren tüm patlamaların aksine Büyük Patlama “düzen” meydana getirmiş, gök cisimlerinin uyum içinde yüzdüğü galaksiler ortaya çıkarmıştır. Astrofizikçiler bu düzenin patlama şiddetindeki “denge”ye dayalı olduğunu; dahası dengedeki ayarlamanın tesadüf ihtimalini geçersiz bırakacak hassaslıkta ayarlanmış olduğunu keşfetmişlerdir. Kısacası evren yaratılmıştır. (Herşeyin yaratıcısı olan Allah”ın varlığını gösteren “patlamadaki denge” ve sonrasında ortaya çıkan “evrendeki uyum” konularında daha detaylı bilgi için bkz. www.evreninyaratilisi.com) Yazarın Büyük Patlama”nın, Allah”ın apaçık varlığını işaret eden bu özelliklerini tamamen göz ardı etmesi, materyalizme olan bağlılığından kaynaklanmaktadır.

Emek Hikayeleri, Bilincin Kökeni ve Dr. Kumbasar”ın En Büyük Yanılgısı

Dr. Kumbasar”ın önyargıları evrim teorisini anlattığı satırlarda da açıkça görülmektedir:

“Evrimin izlediği aşamalarda protoplazmadan sonra, tek hücreli, çok hücreli canlılar ve giderek milyarlarca yılın ardından, kosmos boyutlarına göre çok kısa sayılabilecek olan iki milyon yıl kadar önce de, “İnsan Soyu” bilinen ilk bilinçli tür olarak gelişmiştir… insan soyu bilinç ve emek katkısı ile doğa koşullarını kendine uygun duruma getirerek tüm yeryüzünde yaşayabilmeyi ve soyunu sürdürmeyi başarmıştır”

Görüldüğü gibi yazar, hiçbir bilimsel kanıt göstermeksizin canlılığın ve insanın evrimle ortaya çıktığı masalını anlatmaktadır. Masalını bilimsel kanıtlar yerine Marksist terimlerle haklı çıkardığını zannetmesi de ilginçtir. Milyonlarca yıl önce yaşamış hayali maymun adamların “emek” gücünden söz eden yazarın kendinden emin havası, iddialarının tutarsızlığını örtbas etmeye yetmemektedir. Çünkü yazarın bir-iki satırlık masalla açıkladığını zannettiği “bilinç”in kökeni, gerçekte evrim teorisinin en karanlık noktalarından birini oluşturmaktadır.

Çünkü, düşünme yeteneği olmayan maymun benzeri bir hayvanın nasıl olup da düşünen, konuşan ve hisseden insana dönüşmüş, yani bilinç geliştirmiş olabileceği sorusuna evrimcilerin verecek hiçbir cevabı bulunmamaktadır. Böyle olması da doğaldır, çünkü herşeyi hücreler arasındaki madde alışverişine dayandıran teori, hücreyi oluşturan şuursuz atomlar ve insan bilinci arasında tutarlı bir ilişki gösterememektedirler. Çünkü atomlar düşünemez, bilemez ve hissedemezler. İnsan bilincinin madde üstü bir varlığın, yani ruhun göstergesi olduğu açık bir gerçektir. Evrimciler için ruhun varlığını kabullenmek, insana maddeden bağımsız bir ruh kazandıran yaratıcının varlığını da kabul etmeyi gerektirdiği için bu gerçeği ısrarla inkar etmektedirler.

Dr. Abidin Kumbasar”ın bu gerçeği inkar etmesi ilk başta şaşırtıcı gelebilir. Bir profesör ve aynı zamanda bir kalp-damar uzmanı olmasına karşın modern bilim karşısında geçersizliği anlaşılan materyalist ve Darwinist hezeyanlar ortaya koymaktadır. Oysa eğer önyargısız olarak düşünecek olsa, uzmanı olduğu kalp ve damar sistemindeki tasarımın bilinçli şekilde tasarlandığını göreceği açıktır. Kalpteki özel kaslar, bir saniyeden az sürede senkronize biçimde açılıp kapanan kapakçıklar, kanın kısa süreli hapsedildiği özel odacıklar, vücudun her yanına dağıtılan ve çapları özel ayarlanmış damarlar… Hepsi ana rahminde gelişen bir hücreden ortaya çıkan bu kusursuz tasarım, Allah”ın varlığının sayısız delillerinden sadece birisidir. Bu gibi delillere rağmen inanmayanların inkarda ısrarını Allah bir Kuran ayetinde şöyle haber vermektedir:

“Gerçek şu ki, Biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah”ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar.” (Enam Suresi, 111)

Ayrıca bakınız

Evrim Teorisinin Okul Baskınlarındaki Rolü

Son yıllarda Avrupa ve ABD’de gerçekleşen silahlı okul baskınlarında çok sayıda öğrenci katledildi. Medya çoğu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.