PLoS One dergisinde 7 Haziran 2016 tarihinde yayımlanan bir makalede “Genlerin açılıp kapanmasının DNA kodlarının mevcut fiziksel özellikleri sonucunda mutasyonlarla evrimleştiği” iddia edildi. Oysa ne DNA’nın varlığı ne de genomun akıllı yönetimi tesadüflerle asla açıklanamayacak kadar komplekstir. Birçok aşaması henüz anlaşılamamış olan bu yönetimdeki muhteşemlik insan aklının sınırlarını zorlamaktadır.
Nükleozomlar ve Genlerin Susturulması
DNA her canlıda hücrenin işleyişini tarif eden biyokimyasal bir kod sistemidir. Proteinlerin üretimi gen adı verilen DNA kısımlarında kodlanmıştır. Ancak tek başına bu kodlama yeterli değildir. Düğümlü bir şekilde saklı tutulan her bilginin hangi hücrelerde ve ne zaman açılıp deşifre edileceği değişen koşullara bağlı olarak belirlenmektedir. Böylece tarif edilen protein gerektiği zaman gerektiği kadar üretilir ve ilgili gen hemen sonrasında tekrar düğümlenir. DNA’nın histon proteinleri etrafında kıvrılarak oluşturduğu yapıya ‘nükleozom’ denir. 8 histon proteini etrafında kıvrılmış durumdaki DNA zincirinin içerdiği şifreler bu şekilde kapalı tutulur.
Vücudu oluşturan her bir hücrenin içinde, aslında o bedenin oluşumuna ve işleyişine ait tüm bilgi mevcuttur. Her hücre kendisi için gerekli genleri açık (yani işlevsel halde) tutmalı, diğer genleri ise mutlaka kapalı (yani işlev görmeyecek halde) tutmalıdır. Bu yüzden nükleozomların DNA üzerindeki yerleşimi genlerin yönetiminde belirleyici unsurdur.
Tesadüfün Ön-Kabulü Bilimi Yanlış Yönlendirir
PLoS One dergisinde yer alan makaleye konu olan çalışmada ise nükleozomların yerleşiminin sözde mutasyonlara bağlı olarak tesadüflerle oluştuğu ön-kabulünden yola çıkılarak bilgisayar modelleri oluşturulmuş ve yerleri incelenmiştir. Çalışma sonuçları Darwinist iddiaları destekleyen hiçbir bulgu vermezken, evrim ön kabulüyle “DNA moleküllerinde sözde mekanik bir evrim gerçekleşmiş olabileceğinin tartışıldığı” şeklinde açıklama yapılmaktadır. (Eslami-Mossallam B, Schram RD, Tompitak M, van Noort J, Schiessel H (2016) Multiplexing Genetic and Nucleosome Positioning Codes: A Computational Approach. PLoS ONE 11(6): e0156905. doi:10.1371/journal.pone.0156905)
Bu anlatımlardaki tutarsızlıklara cevap vermeden vurgulamak gerekir ki, söz konusu çalışma sadece DNA’nın bir bilgisayar modellemesi üzerinde yapılan istatistiksel sonuçlardan ibarettir. Canlı hücrelerde gerçekleşen olayları tahmin etmeye yönelik bir çalışmadır ancak hücre içinde gerçekleşen olaylarla doğrudan ilgisi yoktur, model üzerinde çalışılmaktadır.
Nükleozomun genin bilgi içeriğinden bağımsız olarak, sadece mekanik bir takım işaretler yoluyla DNA üzerinde yerleştiğini iddia etmek elbette ki imkansızdır. Bu iddia, “kapatılan genin içeriği tamamen gözardı edilerek nükleozomun içine yerleştiği” anlamına gelir ki, bu durum hücreler için hayati öneme sahip olan genler kapatıldığında veya kapalı kalması gereken genler açıldığında, organizma için ölümcül sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca, gen dediğimiz DNA bölümü, yüzlerce hatta binlerce baz çiftini içermektedir. Bir geni oluşturan tüm baz çiftleri açık ya da kapalı olduğunda işlev yerine getirilmiş olacaktır. Genin bir kısmının açık bir kısmının kapalı olması da yine hayati fonksiyonların bozulması demektir. Yani nükleozom pozisyonundaki bir baz kayması bile o genin çalışma düzenini bozacaktır. Sonuç olarak nükleozom ve gen içeriği birbirinden bağımsız hareket edemez.
Çalışmanın sonucu olarak nükleozomların DNA zinciri üzerindeki yerleşiminin sözde “altta bulunan DNA’nın fiziki yapısı nedeniyle olduğu” iddia edilmektedir. Bu, mantıkla çelişen bir söylemdir ancak biz yine de nükleozomların nerede olacağına ilişkin gen üstünde belli işaretler olduğunu varsayalım (ki böyle bir kanıt yoktur ve bu yazıda da bunun delili yer almamaktadır). Unutulmamalıdır ki, vücuttaki tüm DNA kodları trilyonlarca hücrede aynı olmasına rağmen farklı organ ve dokularda zaten açık ya da kapalı durumda tutulmaktadırlar. Yine bir gen hücrenin ömrü boyunca defalarca açılıp kapatılabilmektedir. Çünkü genler, içinde bulundukları hücrenin türüne ve ihtiyacına bağlı olarak gerektiğinde açılmakta ya da kapanmaktadırlar. DNA’nın kendinde bulunan mekanik işaretler zamanla değişmediğine göre, ihtiyaca göre nükleozomun açılıp kapanmasını sağlayan başka bir etken bulunduğu açıktır. Bütün bunların yönetiminde yine mekanik işaretlerden bağımsız üst bir akla ihtiyaç duyulmaktadır.
Halihazırda epigenetik bilimi bu gen yönetimindeki muhteşem aklı incelemekte ve çok yönlü karar mekanizmalarını ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Ancak bu hiç de öyle sabit DNA kodlarına indirgenebilecek bir durum değildir. Genler üzerindeki bu hayati kontrolün zamanla tesadüflerin eseri yani evrimleşerek bugünkü mükemmel haline ulaştığını iddia etmek ise son derece yanlış olacaktır. Akla ve mantığa tamamen aykırı bu iddiaları daha iyi fark edebilmek için genlerin neden ve nasıl yönetildiklerini şimdi hep beraber inceleyelim.
Epigenetik: DNA Üzerindeki Kontrol
Eğer bir bedendeki tüm hücreler aynı genoma sahiplerse, neden farklı görünüp farklı davranırlar, neden farklı organ ve dokuları meydana getirirler? Buradaki belirleyici unsur, hücre çekirdeğindeki DNA’nın protein kodlayan şifre dizileri olan genlerin her hücrede tamamının birden çalışmamasıdır. Bu özel düzenleme nedeniyle bir pankreas hücresi insülin hormonu üretirken gidip de testosteron üretmez, testiste ise insülin ya da tiroid hormonları üretilmez. Çünkü genler yere ve zamana göre üretime açılır ya da kapatılırlar. İşte bugün bilim insanları genleri gerektiğinde açıp gerektiğinde kapayan sebep ya da faktörlerin neler olduğunu anlamak için büyük çaba harcamaktadırlar.
Kusursuz Senfoni
Her bir hücremiz, insan genomundaki 22.000 genin hepsini birden değil, yalnızca belli bir kısmını çalıştırır. Genlerdeki kodları proteinlere deşifre eder ve kendine has görevleri olan bir hücre haline gelir. Burada genlerin baskılanması ya da tam tersine aktifleştirilmesi söz konusudur. Müzisyenler nasıl Beethoven’in 5. senfonisinin belli seçilmiş pasajlarını zamanı gelince çalıyorlarsa, hücre grupları da nerede, ne zaman ve ne yapacaklarını bilircesine profesyonel şekilde hareket etmektedirler. Burada DNA’nın bilinçli bir şekilde okunması ve binlerce genin kapatılması esastır.
Bilgi Denizinde Gerekli Bilgiye Hemen Ulaşmak
DNA 1000 ciltlik bir ansiklopedidir ama daha da muhteşem olan bir gerçek vardır. DNA’daki ilgili cildin, ilgili sayfasının gerektiği zaman açılması, ilgili bölümün bulunması ve ilgili satır ve cümlelerin tam bir kusursuzlukla hemen okunmaya başlanması harika bir süreçtir. Gerekli olan bilgi bu dev kütüphanenin raflarından birinde durmaktadır ancak o özel bilgiye anında ulaşılabilmektedir. Bunun gerçekleşmesi için aranan özel bilginin DNA’nın neresinde saklı olduğu en baştan bilinmelidir. Burada her şeyi aynı anda kontrolü altında tutan üstün bir akıl ve bilinç olduğu çok açıktır. Bu akıl kütüphanenin her harfini zaten çok iyi bilmektedir. O bilgiye ihtiyaç duyulduğu anda da görevli olan bölümler hemen harekete geçirilmektedir.
Kontrol ve Karar Mekanizması Atomlarla Açıklanamaz
DNA’nın ve üzerindeki gen bölgelerinin aktif hale gelmesinde yalnızca nükleozom yerleşimi değil, kromatin paketlenmesi, histon değişimleri ve DNA metilasyonu gibi faktörler de rol oynamaktadır. İşte buradaki bütün bu akıllı süreçleri yönetenin şuursuz moleküller olduğu iddiasını kabul etmek mümkün değildir.
Epigenoma ait kimyasal bileşenler DNA zincirinin bir parçası olmayıp DNA’nın üzerine yapışık olarak dururlar. Örneğin “metilasyon”, her biri 1 karbon atomu ve 3 hidrojen atomundan oluşan metil moleküllerinin DNA’ya iliştirilmiş olmasıdır. Metil grupları belli bir gen bölgesine yapıştırılmış olduğunda bu gen susturulmuş olur, bu gen okunmaz ve bu genden bir protein üretilmez. Böylece belirli hücrelerin içinde yalnızca belirli ve gerekli proteinlerin üretilmesi sağlanmış olur. Kaslarımızdan diş çıkmaması işte bu kontrol sayesindedir. Retinadaki hücreler ışığı elektrik sinyallerine çevirmekle meşgul olurken, eritrositler yalnızca oksijeni diğer hücrelere taşıyacak hemoglobin proteinini üretirler.
Nükleozomlar da genlerin saklı tutulduğu paketlerdir ve bu yüzden okunmaları engellenmiş olur. Ancak nükleozomların da kendilerine has birer karar mercii olduğunu öne sürmek de akla uygun olmayacaktır. Bu moleküllerin beyinleri yoktur, işitmez ve görmezler. Darwinistlerin hayal güçlerinin ürünü olan iddialardaki gibi tecrübe ile kendilerini geliştirmeleri ve daha iyi hale gelmeleri ise mümkün değildir. Bunlar ancak Darwinist ideolojiyi ayakta tutmak için uydurulan ‘masalsı’ hayali anlatımlardır.
Yazılı Emirleri Yöneten Üst-Akıl
DNA’nın üzerinde bulunan genler çeşitli kimyasallarla işaretlenmiştir. Genlerde yazılı emirler de bu işaretlere göre açılıp okunmaktadır. Emirlerin yeri ve zamanı gelince açılıp okunmasındaki bilinci atomlara indirgemeye çalışanlar boşuna uğraşmaktadırlar. Hücre nasıl davranacağına kendisi de karar veremez. Bir üst aklın bu ihtişamlı düzeni yönettiği açıktır.
Bütün bunlar çok iyi düşünülmesi ve incelenmesi gereken konulardır. Örneğin bahsettiğimiz akıllı yönetimin sahip olduğu şuur, hücrenin diğer bir DNA bölgesinde mi veya başka bir organelinde mi yerleşmiştir? Bu ihtimal kabul edilse, bu sefer o bölgeyi yöneten de başka bir akla ihtiyaç duyulacaktır. Ne kadar sebep açıklanırsa açıklansın, bu bir kısır döngüye gidecek ve en sonunda fizik üstü bir aklın varlığına duyulan ihtiyaç kaçınılmaz olacaktır. Bu da Darwinistlerin tedasüf anlatımlarıyla içinden çıkamayacakları bir durumdur.
Şunu belirtmekte yarar var; bildiğimiz gibi bilim, somut kanıtlar yoluyla ilerler. Bu kural bilimin tüm dallarında geçerli olmalıdır. Matematik, fizik, kimya gibi bilim dallarında bu kurala tamamen uyulurken, her nasılsa canlılığın ortaya çıkışını araştıran biyoloji, paleontoloji gibi bilim dallarında bazı kişiler bu en temel kuralı görmezden gelirler. Hiç bir kanıta dayanmayan iddialar, bilimsel gerçeklermiş gibi sunulmaya başlanır. Yaratılışı açıkça ortaya koyan yeni bulgulara da yine Darwinist mantıklarla bir açıklama bulunmaya çalışılır. Aslında söz konusu makaleyi kaleme alanlar da epigenetik düzenlemenin kendiliğinden oluşamayacağını ve mucizevi yönünü gayet iyi görmektedirler. Ancak bilimsellikten uzak, ideolojik ön kabul olarak sözde evrimi savunmaları sebebiyle, en açık yaratılış delillerini dahi dile getirememekte hatta bunun bilim dışı olduğunu iddia ederek reddetmektedirler. Halbuki böyle bir delil, düşünüp, gerçeği kavrayıp, Yaratılışı anlamak ve güçlü bir imana sahip olmak için yeterlidir.
Genetik biliminin halen çözmeye çalıştığı bu akıllı süreç, tabii ki her şeyi bilen bir gücün, her an devam eden müdahalesi ile gerçekleşmektedir. DNA’nın üzerindeki bu kontrol her şeyi bilen ve her an yaratmaya devam eden Allah’ın muhteşem yaratmasıdır.
KAYNAK:
Eslami-Mossallam B, Schram RD, Tompitak M, van Noort J, Schiessel H (2016) Multiplexing Genetic and Nucleosome Positioning Codes: A Computational Approach. PLoS ONE 11(6): e0156905. doi:10.1371/journal.pone.0156905
Kerri Smith, Epigenome: The symphony in your cells, 18 February 2015, Nature News, Nature, doi:10.1038/nature.2015.16955