Darwinist teorinin ısrarlı savunucularından biri olan Scientific American dergisi, Mart 2003 sayısında bu teorinin popüler iddialarından birini ele aldı: Kuşların evrimi. Ünlü ornitologlar (kuşbilimciler) Richard O. Prum ve Alan Brush tarafından kaleme alınan “Kuş Tüyü mü Kuş Mu? Hangisi Önce Geldi” (The Feather or The Bird? Which Came First) başlıklı uzun makalede, kuşların dinozorlardan evrimleştiği şeklindeki klasik evrimci tez, yeni bir takım bulgular ve varsayımlarla — ve okuyucuları görsel olarak etkilemeye yönelik “dino-kuş” illüstrasyonlarıyla — bir kez daha savunuluyordu.
Prum ve Brush, o kadar iddialıydılar ki, kuşların kökeni hakkında evrimciler arasında süregiden tartışmayı artık noktaladıklarını düşünüyor, bulguların “çarpıcı bir sonuç” ortaya koyduğunu ileri sürüyorlardı: “kuş tüyleri, kuşların ortaya çıkmasından önce, dinozorlarda evrimleşmiştir”. Prum ve Brush kuş tüylerinin uçuş değil, “insülasyon, su yalıtımı, cinsel cazibe, kamuflaj ve savunma” gibi amaçlar için evrimleştiğini, en son olarak uçuş için kullanıldığını öne sürüyorlardı.
Ancak bu iddialı tez gerçekte bilimsel kanıtlardan yoksun bir spekülasyondan ibarettir. Prum ve Brush tarafından geliştirilen ve Scientific American tarafından sahiplenilen yeni tez, son bir kaç on yıldır bir furya halinde, gözü kapalı bir fanatizmle savunulan “kuşlar dinozordur” teorisinin yeni ama içi boş bir versiyonundan başka bir şey değildir. Bu yazıda, bunun kanıtlarını ortaya koyacağız.
Prum ve Brush”un makalelerine bakıldığında, öne sürdükleri kuş evrimi tezine iki dayanak gösterdikleri görülür:
1) Geçtiğimiz yıllar içinde Çin”de bulunan ve birer “tüylü dinozor” oldukları iddia edilen fosiller.
2) Prum ve Brush”un, günümüz kuşlarının tüy gelişimini inceleyerek, bu gelişimden evrimsel bir süreç çıkarma çabaları. (Kısaca “evo-devo” denen ve günümüz canlılarının gelişim sürecinin sözde “evrimsel geçmişlerine” ışık tuttuğunu iddia eden tez uyarınca.)
Şimdi, her iki dayanağın da neden çürük olduğunu sırasıyla inceleyelim.
Tüylü Dinozorlar Hikayesi ve Gerçekler
Kuş tüylerine sahip dinozorlar, veya diğer bir isimle “dino-kuşlar”, geçtiğimiz 10 yıl içinde Darwinist medyanın en gözde propaganda malzemelerinden biri oldu. Birbiri ardına manşetlere “dino-kuş” haberleri, çizilen rekonstrüksiyonlar, “uzman”ların yaptığı kendinden emin açıklamalar, geçmişte yarı kuş yarı dinozor canlıların yaşadığı konusunda pek çok insanı ikna etti. Prum ve Brush da bu kendinden emin üslubu sürdürmekte ve Scientific American“daki yazılarında “dino-kuşlar”ın varlığını somut bir gerçek gibi göstermektedirler. Oysa gerçek çok daha farklıdır.
Bu konuda görüşlerine başvuracağımız — ve başvurulması gereken — önemli bir isim, Kuzey Carolina Üniversitesi Biyoloji Bölümü”nden Alan Feduccia”dır. Dr. Feduccia, kuşların kökeni konusunda dünyanın en önde gelen otoritelerinden biridir. Ornitoloji (kuşbilimi) alanında en önemli 5 isim sayılması gerekse, birinin Dr. Feduccia olacağına kuşku yoktur. Dr. Feduccia evrim teorisini de kabul etmekte ve kuşların evrimle ortaya çıktıklarına inanmaktadır. Ancak onu Prum ve Brush gibi “dino-kuş” taraftarlarından — ve diğer bazı yüzeysel evrimcilerden — ayıran yön, evrim teorisinin bu konuda içinde bulunduğu belirsizliği kabul etmesi ve kasıtlı olarak sürdürülen gerçekte ise hiç bir dayanağı olmayan “dino-kuş” furyasına itibar etmemesidir.
Alan Feduccia”nın The American Ornithologists” Union (Amerikan Ornitologlar Birliği) tarafından yayınlanan ve ornitolojinin en teknik tartışmalarına zemin olan The Auk dergisinin son sayısında kaleme aldığı, Ekim 2002 tarihli “Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem” (Kuşlar Dinozordur: Karmaşık Bir Soruna Basit Bir Cevap) başlıklı yazıda çok önemli bilgiler verilmektedir. Dr. Feduccia, John Ostrom tarafından 1970″lerde gündeme getirilen ve o zamandan bu yana da hararetle savunulan kuşların dinozorlardan evrimleştiği teorisinin bilimsel kanıtlardan yoksun olduğunu, böyle bir evrimin mümkün olmadığını detaylarıyla anlatmaktadır.
Feduccia, Çin”de bulunduğu öne sürülen “dino-kuş”lar hakkında ise çok önemli bir gerçeği açıklamaktadır: Tüylü dinozor olarak ileri sürülen sürüngen fosillerinin üzerinde bulunan “tüyler”in ilkel bile olsa kuş tüyü olduğu net değildir. Aksine “dino-fuzz” denen bu fosil izlerinin kuş tüyleri ile ilgisi bulunmadığını gösteren pek çok kanıt vardır. Feduccia şöyle yazmaktadır:
İlkel kuş tüylerine sahip olduğu ileri sürülen fosillerin çoğunu incelemiş kişiler olarak, ben ve diğer pek çok uzman, bu yapıların ilkel kuş tüyleri (protofeathers) olduğuna dair inandırıcı bir kanıt görmemekteyiz. Pek çok Çin fosili, “dino-fuzz” olarak adlandırılagelen garip birer haleye sahiptir ama her ne kadar bu materyal kuş tüyleri ile homolog (benzer) sayılsa da, bu yöndeki argümanlar ikna edicilikten çok uzaktır. (1)
Feduccia, bu tespitinin ardından, Scientific American“daki makalenin yazarı Prum”un bu konuda ön yargılı davrandığını da şöyle belirtmektedir:
Prum”un görüşü pek çok paleontolog tarafından paylaşılmaktadır: kuşlar dinozordur; dolayısıyla dromaeosaurlar (theropod dinozorlar) üzerinde korunmuş herhangi bir ipliksi yapı, mutlaka ilkel kuş tüyü olmalıdır. (2)
Feduccia”ya göre bu ön yargıyı çürüten nedenlerden biri, kuşlarla hiç bir ilgisi kurulamayacak fosillerde de söz konusu “dino-fuzz” izlerine rastlanmasıdır:
En önemlisi, dino-fuzz şimdi artık çok sayıda kategoride keşfedilmektedir. Bunların bazıları henüz yayınlanmamıştır ama özellikle Çin”de bulunmuş bir pterosaur”da (uçan sürüngen) ve bir therizinosaur”da (etobur bir dinozor grubu) bunlar bulunmuştur. En şaşırtıcı durum ise, dino-fuzza çok benzeyen deri fiberlerinin Jurassic devre ait bir ichthyosaur”da da bulunmuş ve detaylı olarak tarif edilmiş olmasıdır. (Ichthyosaurlar, soyu tükenmiş deniz sürüngenleridir.) Söz konusu canlılardaki dallanmış fiberlerin bazıları, morfoloji açısından, “ilkel kuş tüyleri” (protofeather) denen ve (Çinli paleontolog) Xu tarafından tanımlanan yapılara çok benzerdir. Sözde “ilkel kuş tüylerinin” archosaurlarda (Mesozoic döneme ait sürüngenlerde) böyle geniş bir dağılıma sahip olması, bunların kuş tüyleri ile hiç bir ilgileri olmadığını tek başına gösteren bir delildir.
Feduccia, geçmişte de fosillerin çevresine bazı yapılar bulunduğunu, ancak fosile ait sanılan bu yapıların sonradan inorganik maddeler olduğunun belirlendiğini hatırlatmaktadır:
İnsanın aklına, Solnhofen fosillerinde bulunan ve dendritler olarak bilinen çalı benzeri izler gelmektedir. Bitkiye benzer şekillerine rağmen, bu yapıların aslında, fosil yataklarında, çatlaklardan veya fosillerin kemiklerinden oksitlenerek sızan manganez solüsyonunun etkisiyle oluşan inorganik yapılar olduğu artık bilinmektedir. (3)
Bu konuda dikkat çekici bir diğer nokta ise, “tüylü dinozor” olarak gündeme getirilen fosillerin tümünün Çin”de bulunmuş olmasıdır. Acaba neden dünyanın başka hiç bir yerinde değil de Çin”de ortaya çıkmaktadır bu fosiller? Hem de Çin”deki fosil yatakları, sadece “dino-fuzz” gibi belirsiz bir yapıyı değil, aynı zamanda kuş tüylerini de son derece iyi şekilde saklayabilecek bir yapıya sahipken? Feduccia da aynı garipliğe dikkat çekmektedir:
Aynı zamanda, neden vücudun dış yüzeyinin saklanabildiği başka yataklarda bulunan başka theropodların ve diğer dinozonların hiç bir “dino-fuzz”a sahip olmadıkları, aksine herhangi bir kuş tüyü benzeri yapıdan tamamen yoksun gerçek sürüngen derisine sahip oldukları da açıklanmalıdır. Ve neden dino-fuzza sahip Çinli dromaeosaur fosilleri, normalde bekleneceği şekilde kuş tüyü sapı sergilememektedirler — eğer bunlar gerçekten var olsa, kolaylıkla korunmuş olabilecekken?
Peki Çin”de bulunan tüm bu sözde “tüylü dinozorlar” nedir? Sürüngenler ile kuşlar arasında ara geçiş formları gibi gösterilen bu canlıların gerçek kimliği nedir?
Feduccia, “tüylü dinozor” olarak gösterilen canlıların bir kısmının “dino-fuzz” sahibi soyu tükenmiş sürüngenler, bazılarının da gerçek kuşlar olduğunu açıklamaktadır:
Açıktır ki, aslında, Çin”in Yixian ve Jiufotang bölgelerindeki Cretaceous devrine ait göl yataklarında iki farklı fosil olgusu vardır; birisi “dino-fuzz” kalıntıları sergileyen — ki bunun iyi bir örneği sözde “tüylü dinozor”ların ilk bulunan örneği olan Sinosauropteryx“tir — gruptur. Diğeri ise gerçekten kuş tüylerine sahip olanlardır— Nature dergisinin kapağında gösterilen ve tüylü dinozorlar olarak sunulan ancak sonradan önemsiz, uçucu olmayan kuşlar olduğu anlaşılan fosiller gibi. (4)
Yani tüm dünyaya “tüylü dinozor” veya “dino-kuş” olarak gösterilen fosiller, ya tavuklar gibi uçamayan bazı kuşlara ya da “dino-fuzz” denen ancak kuş tüyleri ile ilgisi bulunmayan organik bir yapıya sahip olan sürüngenlere aittir. Ortada kuşlar ve sürüngenler arasında “ara form” oluşturacak tek bir fosil bile yoktur. (Feduccia üstte saydığı bu iki temel grubun yanında bir de “sık rastlanan gagalı kuş Confusiusornis”, bazı enantiornithinesler ve yeni tanımlanan bir tohum-yiyici kuş olan Jeholornis prima”dan söz etmektedir ki, bunların da hiç biri “dino-kuş” değildir.)
Dolayısıyla Richard O. Prum ve Alan Brush”ın Scientific American dergisinde yayınlanan makalelerinde öne sürülen, “kuşlar dinozordur” iddasının fosillerle kanıtlandığı iddiası, gerçeklere tümüyle aykırıdır.
Evrimcilerin Gizlemek İstediği Yaş Sorunu ve “Cladistics” Yanılgısı
Gerek Richard O. Prum ve Alan Brush”ın Scientific American dergisinde yayınlanan makalelerinde, gerekse “dino-kuş” furyasını körükleyen tüm evrimci kaynaklarda ısrarla gözardı edilen, hatta gizlenen çok önemli bir gerçek vardır:
Yanıltıcı bir biçimde “dino-kuş” ya da “tüylü dinozor” dedikleri fosillerin yaşları, 130 milyon yıl öncesinden geriye gitmemektedir. Oysa “yarı kuş” olarak göstermek istedikleri bu canlılardan en az 20 milyon yıl daha yaşlı olan, gerçek bir kuş zaten vardır: Archaeopteryx! Bilinen en eski kuş olma özelliği taşıyan Archaeopteryx, kusursuz uçuş kaslarına, uçuş tüylerine ve gerçek bir kuş iskeletine sahip gerçek bir kuştur. 150 milyon yıl önce dünya göklerinde başarılı bir biçimde süzülmüştür. Durum bu iken, Archaeopteryx“ten çok daha sonraki tarihlerde yaşamış canlıların kuşların ilkel ataları olarak gösterilmesi tek kelimeyle saçmadır.
Peki evrimciler böyle bir saçmalığı nasıl savunabilmektedirler?
Bunu savunmak için de bir “yöntem” bulmuşlardır.
Bu yöntemin ismi “Cladistics”tir. Bu terim, son 20-30 yıldır paleontoloji dünyasında sıkça kullanılan yeni bir fosil yorumlama yöntemidir. Cladistics yöntemini savunanlar, bulunan fosillerin yaşlarının tamamen gözardı edilmesini, sadece eldeki fosillerin karakteristik özelliklerinin birbiri ile karşılaştırılmasını ve bu karşılaştırma sonucunda ortaya çıkan benzerliklere göre evrimsel soy ağaçları kurulmasını savunurlar.
Bu görüşü savunan, evrimci bir internet sitesinde, fosil yaşı Archaeopteryx“ten çok daha genç olan Velociraptor“un Archaeopteryx“in atası sayılmasının neden “mantıklı” (!) olduğu şöyle açıklanmaktadır:
Şimdi şunu sorabiliriz: Velociraptor nasıl olur da Archaeopteryx“in atası olabilir, ondan sonra gelmiş olmasına rağmen?
Çünkü fosil kayıtlarındaki boşluklardan dolayı, fosiller her zaman “tam vaktinde” ortaya çıkmazlar. Örneğin Geç Kratase devrine ait, Madagaskar”da bulunmuş Rahonavis adlı yeni bulunan bir fosil, kuşlarla Velociraptor gibi bir sürüngen arasında geçiş formu gibi durmaktadır, ama 60 milyon yıl geçtir. Ama hiç kimse bunun geç ortaya çıkışının kayıp halka olmasına engel teşkil ettiğini söylememektedir, çünkü çok uzun bir süre yaşamış olabilir. Bu gibi örnekler “hayalet bağlantılar” olarak adlandırılır; BU HAYVANLARIN DAHA ÖNCE DE VAR OLDUKLARINI VARSAYIYORUZ, onların muhtemel atalarına sahip olduğumuz ve muhtemel torunlarına da sahip olduğumuz zaman. (5)
Cladistics”in iyi bir özeti olan bu açıklama, bu yöntemin ne kadar büyük bir çarpıtma olduğunu da göstermektedir. Evrimciler, açıkça, fosil kayıtlarının sonuçlarını, kendi teorilerinin gereklerine göre çarpıtmaktadırlar. 70 milyon yıllık bir fosilin sahibi olan bir türün, aslında 170 milyon yıl önce de yaşadığını varsaymak ve buna göre bir evrimsel akrabalık ilişkisi kurmanın, çarpıtmaktan başka bir anlamı yoktur.
Cladistics, evrim teorisinin fosil kayıtları karşısındaki yenilgisinin gizli bir itirafı ve yeni bir boyutudur aslında. Özetlemek gerekirse;
1) Darwin, fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, bildiğimiz türlerin hepsinin arasını dolduracak “ara formların” bulunacağını öne sürmüştür. Teorinin beklentisi budur.
2) Ancak 150 yıllık paleontoloji çabası, ara formları ortaya koymamış, bu canlıların izine rastlanamamıştır. Bu, teori adına büyük bir yenilgidir.
3) Ara formlar bulunamadığı gibi, sadece benzerliklerinden dolayı birbirlerinin atası olarak ilan edilebilecek olan canlıların da yaşları çelişkilidir. Daha “ilkel” gibi görünen bir canlı, daha “olgun” gibi gözüken bir canlıdan daha geç ortaya çıkmaktadır.
İşte bu son nokta, evrimcileri cladistics denen tutarsız yöntemi geliştirmeye zorlamıştır.
Cladistics”le birlikte, Darwinizm, “bilimsel bulgulara dayanan, bunlardan yola çıkan” bir teori olma özelliğini açıkça yitirmekte, aksine “bilimsel bulguları çarpıtan, bu bulguları kendi varsayımlarına göre değiştiren” bir dogma haline gelmektedir. Bir zamanlar Sovyetler Birliği”nde uygulanan Lysenkoizm (6) gibi. Ve Darwinizm”in ömrü de, Lysenkoizm gibi, fazla uzun olmayacaktır.
Evo-Devo Hikayesi ve Gerçekler
Richard O. Prum ve Alan Brush”un Scientific American“daki makalelerindeki bir diğer bilimselllikten uzak hikaye de, kuş tüylerinin nasıl evrimleşmiş olabileceği konusunda ileri sürdükleri “5 aşamalı gelişim” senaryosudur.
Prum ve Brush”un senaryosu, kısaca “evo-devo” olarak adlandırılan “evrimsel gelişim biyolojisi” (evolutionary developmental biology) yaklaşımına dayanmaktadır. Buradaki mantık, canlıların embriyoloji döneminde geçirdikleri gelişimin, yaşadıkları varsayılan sözde “evrimsel” geçmişin bir tekrarı olduğu varsayımıdır. Aslında bu varsayım, Darwin”in ateşli taraftarı Alman biyolog Ernst Haeckel tarafından bir yüzyıl önce ortaya atılan “Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır” (“Ontogeny recapitulates phylogeny) iddiasının yeni bir versiyonundan başka bir şey değildir. Haeckel”in gerçekte bir sahtekar olduğu, yaptığı embriyo çizimlerini birbirine benzer gibi gösterebilmek için büyük ölçüde çarpıttığı ortaya çıkmıştır. Ama evrimciler “Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır” hikayesinden ümit kesmemiş durumdadırlar ve bu köhne hikayeyi “evo-devo” adıyla yeniden diriltme çabasındadırlar.
Bu çaba da yine bilimsel değil dogmatik bir uğraşıdır. Çünkü “Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır” hikayesinin hiç bir bilimsel kanıtı yoktur. Bir canlının anne rahminde veya yumurtada geçireceği gelişim sürecinin neden onun sözde “evrimsel geçmişini” yansıtacağı sorusu cevapsızdır. Eğer evrim teorisinin doğru olduğu varsayılsa bile, yine de, bireyoluş neden soyoluşu tekrarlayacaktır? (Kaldı ki teori doğru değildir ve zaten tekrarlanabilecek bir evrimsel “soyoluş” yoktur.)
Prum ve Brush”un senaryosu da, diğer evo-devo hikayeleri gibi, canlıların gelişimini inceleyerek, buradan evrimsel masallar çıkarmaktan ibarettir. Kuşların tüylerinin nasıl bir emriyolojik gelişim izlediklerini detaylı olarak tarif etmekte, bu gelişimde 5 farklı aşama olduğunu anlatmakta, sonra da “işte evrim de böyle olmuştur” demekte ve çok bilimsel bir açıklama yaptıklarını zannetmektedirler. Oysa;
1) Başta belirttiğimiz gibi, embriyolojik gelişimin evrimsel geçmişi yansıttığı iddiası, tamamen dogmatik bir kabuldür. Hiç bir kanıtı yoktur.
2) Dahası, Prum ve Brush”un öne sürdükleri “5 aşamalı evrim”in nasıl yaşanmış olabileceği sorusu da cevapsızdır. Öne sürdükleri 5 aşamanın her birinin, tüyleri olmayan bir canlıya nasıl olup da bir avantaj sağlayacağını açıklamamaktadırlar. Örneğin ileri sürdükleri ilk aşama, sürüngen derisi üzerinde silindirsel bir boşluğun oluşmasıdır. Peki böyle bir boşluk hangi mutasyonla oluşacak, niye oluşacak, oluşursa neden canlıya avantaj sağlayacak ve kalıcı hale gelecektir? Bu gibi evrimciler açısından “rahatsız edici” ama gerçekçi soruların hepsi cevapsızdır.
3) Öne sürdükleri “5 aşama” hiç inandırıcı değildir, çünkü tarif ettikleri aşamalar arasında çok büyük farklar vardır ve dolayısıyla çok büyük sıçramalar gerekmektedir. Örneğin ilk aşamada birden bire, kusursuz silindirsel yapıda, içi boş bir “kuş tüyü yuvası” ortaya çıkmaktadır? İkinci aşamada birden bire küçük dallara ayrılmış kuş tüyü belirmektedir. Üçüncü aşamada günümüz kuşlarının tüylerine bir hayli benzeyen, merkezi bir şafta ve ona bağlı tüylere sahip bir tüy belirmektedir. Bu aşamaların hepsi “evrimsel” değil, “devrimsel” değişikliklerdir. Eğer Darwin”in öne sürdüğü gibi “küçük kademeli değişimler” aranırsa, Prum ve Brush”un öne sürdükleri evrimin 5 değil 30-40 aşama gerektirdiği görülecektir. (Ve bu aşamaların tamamına yakınında, evrimleştiği varsayılan canlı için bir avantaj yoktur.)
Ortada, kuş tüylerindeki olağanüstü derece kompleks tasarımın rastlantısal mutasyonlarla oluştuğu tezini destekleyen hiç bir kanıt yoktur. Prum ve Brush, göz boyayıcı illüstrasyonlarla arka arkaya “5 aşama” dizmişlerdir; ama gerçek hayatta, mutasyon ve doğal seleksiyona dayalı rastlantısal bir süreçte, böyle bir evrim yaşanmış olması mümkün değildir. Nitekim fosil kayıtları da — cladistics çarpıtması ile çarpıtılmadan, olduğu gibi ele alındığında — tarihteki ilk kuş tüyünün, Archaeopteryx“in sahip olduğu, kusursuz, asimetrik, aerodinamik, tasarım harikası tüyler olduğunu göstermektedir.
Kuşlar ile Dinozorlar Arasındaki Aşılmaz Farklar
Sadece Prum ve Brush”un tezi değil, “kuşlar dinozordur” teorisinin her versiyonu çürüktür. Çünkü kuşlar ve dinozorlar arasında hiç bir evrimsel süreçle kapatılamayacak bir “dizayn farklılığı” vardır. Daha önce “Kuşların Evrimi Masalı” (“The Myth of Bird Evolution”) başlıklı makalemizde ayrınılı olarak incelediğimiz bu farkların bazılarını, kısaca özetleyelim:
1) Kuşların akciğer yapısı, sürüngenlerden ve tüm diğer kara omurgalılarından tamamen farklı bir yapıdadır. Kuşlarda, kara omurgalılarının aksine, hava akciğer içinde tek yönde hareket eder ve böylece kuş daima oksijen alıp karbondioksit verebilir. Kuşlara özgü bu yapının standart kara omurgalı akciğerinden evrimleşmiş olması imkansızdır, çünkü ara bir yapıda canlının nefes alması mümkün değildir. (7)
2) Alan Feduccia ve Julie Nowicki tarafından 2002 yılında, kuşlar ve sürüngenlerin embriyolorı arasında yapılan karşılaştırmalar, iki canlı grubunun ayak yapılarının çok büyük farklılık gösterdiğini ve aralarında evrimsel bir ilişki kurulmasının imkansız olduğunu kanıtlamıştır. (8)
3) İki canlı grubunun kafatası arasındaki en son karşılaştırmalar da aynı sonucu vermektedir. Andre Elzanowski 1999 yılında yaptığı bir inceleme sonucunda “theropod dinozorlarının çene ve damaklarında kuşlarınki ile benzer özellikler olmadığı” sonucuna varmıştır. (9)
4) Dişler, kuşlar ile sürüngenleri birbirinden ayıran farklardan biridir. Geçmişte yaşamış bazı kuşların gagalarında dişler olduğu bilinmektedir. Uzun zaman evrime bir kanıt gibi gösterilen bu durumun hiç de öyle olmadığı, çünkü kuş dişlerinin çok özgün olduğu ise zamanla anlamıştır. Feduccia bu konuda şöyle yazar:
Belki de terapodlarla kuşlar arasındaki en önemli farklılık dişin yapısı ve yerleştiriliş şekli ile ilgilidir. Özellikle memeli paleontolojisinin temelini en çok diş morfolojisinin oluşturduğu kabul edilirse, kuş ve terapod dişleri arasındaki büyük farklılıklara neden daha fazla ilgi gösterilmediği şaşırtıcıdır. Özetle, kuş dişi (Archaeopteryx, Hesperornis, Parahesperornis, Ichthyornis, Cathayornis, ve tüm dişli Mesozoik kuşlarda görüldüğü gibi) birbirine oldukça benzerdir ve teropod dişlerinden çok farklıdır… Dişin biçimi, çıkış ve yenilenme şekli dahil olmak üzere kuşlarla teropod dişleri temelde hiçbir yönden ortak bir özelliğe sahip değillerdir. (10)
5) Kuşlar sıcakkanlı, sürüngenler ise soğuk kanlı canlılardır. Bu, son derece farklı iki ayrı metabolizma demektir ve aradaki dönüşümün rastlantısal mutasyonlarla halledilmesi mümkün değildir. (Dinozorların sıcak kanlı oldukları yönündeki tez ise, bu zorluğu giderebilmek için ortaya atılmıştır. Ancak herhangi bir kanıta dayanmayan bu tezin geçersizliğini gösteren pek çok delil vardır. (11))
Scientific American, bir kez daha, yüzeysel bir Darwinist propagandaya imza atmıştır. Dergi, 2002 yılında, editör John Rennie”nin “15 Answers to Creationist Nonsense” adlı makalesiyle bir çıkış yapmaya çalışmış, ancak sergiledigi yüzeysellik ve fanatizmle kendini zor duruma düşürmüştü. (bkz. Harun Yahya, Scientific American”ın 15 Yanılgısı) Kuşların kökeni konusundaki yeni ve iddialı makale de, Scientific American“in bilimselliğine bir kez daha gölge düşürmektedir.
Kuşların kökeni, evrim teorisi açısından, “kuşlar dinozordur” masalına körü körüne inanan iki ornitoloğu ve hayal gücü geniş ve eli becerikli bir illüstratörü yanyana getirmekle çözülebilecek kadar basit bir konu değildir. Bunun bilincinde olan Feduccia gibi sağduyulu evrimciler, bu konunun karanlıkta olduğunu kabul etmektedirler. Scientific American“ın da aynı tutarlılığı göstermesini diliyoruz.
Kuşların ve doğadaki tüm canlıların kökenine materyalist dogmadan sıyrılarak bakan herkes ise, açık bir gerçeği görecektir: Canlılar, doğal etkenlerle ve rastlantılarla asla açıklanamayacak, son derece kompleks tasarımlara sahiptirler. Bu tasarımın tek açıklaması, bilinçli yaratılıştır.
1- Alan Feduccia, “Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem”, The Auk, Ekim 2002, vol. 119 (4), s. 1187-1201
2- Alan Feduccia, “Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem”, The Auk, Ekim 2002, vol. 119 (4), s. 1187-1201
3- Alan Feduccia, “Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem”, The Auk, Ekim 2002, vol. 119 (4), s. 1187-1201
4- Alan Feduccia, “Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem”, The Auk, Ekim 2002, vol. 119 (4), s. 1187-1201
5- http://www.geocities.com/CapeCanaveral/Hall/2099/DinoKabin.html
6- Genetik kanunlarını reddeden ve kalıtımın Lamarck”ın teorisine göre gerçekleştiğini savunan Trofim Lysenko tarafından geliştirilen ve Stalin döneminde SSCB”nin resmi bilim doktrini olan safsata.
7- Michael J. Denton, Nature”s Destiny, Free Press, New York, 1998, p. 361.
8- David Williamson, “Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird “Hands” Unlike Those Of Dinosaurs”, EurekAlert, 14-Aug-2002, http://www.eurekalert.org/pub_releases/2002-08/uonc-sso081402.php
9- A Elzanowski 1999. “A comparison of the jaw skeleton in theropods and birds, with a description of the palate in the Oviraptoridae”. Smithsonian Contributions to Paleobiology 89:311-323
10- Alan Feduccia, “Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem”, The Auk, Ekim 2002, vol. 119 (4), s. 1187-1201
11- MORELL, V..”A Cold, Hard Look at Dinosaurs”, Discover, 1996, 17(12):98-108.
Sonuç