Science Mag’den Uydurma Bir ‘İnsansı’ Masalı: Denisovanlar

Bugünlerde Darwinizm savunuculuğuna soyunmuş bilimsel bazı dergi ve internet sitelerinde ortak bir hareketlenme yaşanıyor. Geçtiğimiz yıllarda bulunmuş, yetersizliği ve geçersizliği kanıtlanmış bazı canlı kalıntıları tekrar gündeme getiriliyor ve evrim delili gibi sunulmaya çalışılıyor.

Bunun en son örneklerinden biri de sciencemag ve dailymail gibi sitelerde yayınlandı. Küçük bir parmak kemiği parçası ve birkaç diş gündeme getirilerek Darwinist hayal gücünü bir kere daha gösteren hikayeler makalelere konu edildi.

Denisovan İnsanı Nasıl Oluşturuldu?

Bilindiği gibi 2010 yılı Aralık ayında Nature dergisinde yayınlanan bir makale ile yeni keşfedilen, “nesli yok olmuş bir ‘insansı türün’ daha bulunduğu” duyurulmuştu. Sibirya’nın Altay Dağlarında yer alan Denisova Mağarasında bulunan fosil kalıntılarından elde edilen bilgilerle bu sonuca varıldığı için bu sözde yeni türe Denisovan İnsanı (veya Homo Altai) ismi verildi. Denisovanlar –elde hiçbir delil olmamasına rağmen- günümüz insanından sözde farklı bir insansı türü ve modern insanın bir alt-türüymüş gibi tanıtıldı.

Darwinistlerce iddia edildiğine göre nesli tükenen Denisovanlar, tıpkı Neandertaller gibi Afrika’dan 400-500 bin yıl önce çıkmışlardı. Neandertaller Avrupa’ya yayılırken, Denisovanlar da Asya’ya doğru göç etmişlerdi.

Yine iddiaya göre Denisovanlar yaklaşık 40-50 bin yıl önce de sonradan Afrika’dan göç eden bugünkü insanların atalarıyla gen alışverişinde bulunmuşlardı. Bundan yola çıkılarak bugün Papua Yeni Gine bölgesinde yaşayan insanların genlerinin %4’ü Denisovanlara ait gibi gösteriliyordu. Ancak Denisovanlar ne Asya’nın diğer bölgelerindeki insanlara ne de Avustralya, Yeni Zelanda, Endonezya gibi diğer Güneydoğu Asya insanlarına gen aktarımında bulunmuşlardı.

BİR PARMAK KEMİĞİ PARÇASI VE İKİ DİŞ NASIL “YENİ TÜR” İLAN EDİLDİ?

Birçok bilimsel araştırmaya ve makaleye konu olan, hayat hikayeleri oluşturulan bu sözde yeni insansı tür acaba hangi fosil bulgularına dayandırılıyordu? Bu fosiller üzerinden nasıl olup da gen haritaları yazılıyor, hatta insanın dünya üzerindeki göç haritaları ve genetik alışverişleri açıklanıyordu? Bütün bunların hiçbir delile dayanmadığını ve mantıksızlığını şimdi birlikte görelim:

Fosillerin bulunduğu mağara aslında eski çağlarda birçok insan topluluğuna, hatta hayvanlara ev sahipliği yapmıştı. El aletleri ve süs eşyalarına da aynı katmanlarda rastlanmıştı. Bu kadar yoğun fosil kalıntılarının yer aldığı mağarada bulunan 0,5 cm çapında bir kemik parçasının, sözde yeni bir insansı türün sağ el 5. parmak orta falanks ucuna ait olduğu iddia edildi. Buna daha sonra iki adet azı dişi eklendi. Azı dişlerinin çapı biraz geniş, kökleri dışa doğru meyilliydi. Bunu da kendilerince yorumlayan Darwinistler bulunan kalıntıların günümüz insanına ait olamayacağını öne sürdüler.

Öncelikle bulunan kemik parçasının şekil itibariyle parmağa mı yoksa başka bir vücut bölgesine mi ait olduğu bile şüpheliyken bunun farklı bir türe ait olduğunu söylemek akıldan ve bilimsel yöntemden uzaklaşmaktır. Bulunan azı dişinin günümüz insanına küçük farklarla benzemiyor olması da bu kalıntıların yeni bir canlı türüne ait olduğu anlamına gelemez. Günümüzde yaşayan farklı ülkelerden insanları bile karşılaştırdığımızda, morfolojik farklılıklara sahip pek çok örnek görmek mümkündür. Bu yaşa, cinsiyete, yaşanılan bölgenin şartlarına, yapılan fiziksel işin ağırlığına, beslenme alışkanlıklarına veya tüketilen besine göre yine genlerin izin verdiği ölçüde farklılık gösterebilmektedir. Hatta çeşitli gen veya kemik hastalıklarında, ciddi yapısal bozukluklara da rastlamak mümkündür.

Bulunan bir veya iki bireye ait fosil parçasından genelleme yaparak insanlık tarihini yazmaya kalkmanın mantıksızlığı daha bu aşamada görülmektedir. Kaldı ki, bu fosillerin doğru olduğunu varsaysak bile, genetik, hormonal veya kemik hastalığına sahip bir insana ait olmadığının da kanıtı yoktur. Bu yüzden tek bireyden genellemeye gitmeye kalkmak bilim dışı bir yöntem olacaktır.

DENİSOVAN FOSİLLERİNİN GENETİK HARİTASINI ÇIKARMA ÇABALARI

Denisovan fosillerini inceleyen bilim adamları, sözde kanıtlarını kuvvetlendirmek için bulunan fosil parçalarının gen haritasını çıkardıklarını iddia ettiler. Buna göre fosil kalıntılarından genetik dizilim elde etmenin yeni tekniklerini geliştirmişlerdi ve iddialarına göre;

  • Denisovan fosili insan genomundan bazı farklılıklar içeriyordu.
  • Günümüz Papua Yeni Gine insanı %4 oranında Denisovan geni taşıyordu.
  • 50 bin yıl önce Denisovanlar, insan atalarıyla sosyal bir yaşama sahip olmuş ve sonra Güneydoğu Asya’da bulunan Papua bölgesine göç etmiş olmalıydılar.
  • Bütün bunlar içinde en ilginç olanı ise Denisovan genlerinin günümüzde yaşayan başka hiçbir insan soyuna geçmediği iddiasıydı.

Bu iddiaları bilimsel olarak çürütmeden önce bu noktada önemli bir hatırlatma yapmakta fayda var: Tüm bu varsayımlar sadece fosil kalıntıları üzerinde yapılan araştırmaların yorumlanması ile ortaya atılmaktadır. Dolayısıyla bu yorumların bilimsel olarak hiçbir dayanağı ve güvenilirliği yoktur.

FOSİL DNA DİZİLİMİ NEDEN GÜVENİLİR DEĞİLDİR?

Bilindiği gibi İnsan Genom Projesi ilk sonuçlarını 2003 yılında verdi. Yaşayan bireylerden alınan, bütünlüğü ve işlemesi nispeten kolay olan insan DNA’sı açıklandıktan sonraki 13 yıl içinde birkaç kez revize edildi; eksiklik ve yanlışları düzeltildi. Bugüne kadar da sadece 7-8 bireye ait gen haritası ancak çıkarılabildi. İnsan genomunun yaklaşık 3,4 milyar bazdan oluştuğu anlaşıldı ve bunların da sadece binde birden daha küçük farka sahip olduğu, bu farkların gen kodlayan bölgelerde olmadığı, çoğunun bağışıklık sisteminin bir gereği olan MHC geni gibi farklılığın gerekli olduğu bölgelerde yer aldığı görüldü.

Yaşayan insandan alınan DNA’da inceleme yapılması için bile gelişmiş teknikler gerektiği düşünüldüğünde, fosil kaynaklı DNA incelemesinin pek çok zorluğunun olacağı görülmektedir. Bu zorlukları kısaca şöyle özetleyebiliriz:

1- Kontaminasyon (diğer organik atıkların karışması) sorunu:

İncelenmek istenen DNA’nın saflaştırılması sırasında kullanılan tekniğin güvenilirliği çok önemlidir ve hata yapılmaması gerekir. Fosil DNA incelemesinde aslında en büyük sorun diğer organik atıklarla karışma ihtimalidir. Başta da söylediğimiz gibi, Denisovan fosillerinin bulunduğu alan çok farklı insan ve hayvana ev sahipliği yapmıştır. Dolayısıyla bu canlıların DNA’sı fosil DNA’sına karışmış haldedir. Bunlara mikroorganizmaların ve çeşitli böceklerin DNA’sı da eklendiğinde karışık bir DNA havuzuyla karşılaşılmış olur. Bu durumda fosil DNA çalışmasında hata yapılmaması olasılığı neredeyse yoktur. Nitekim, dergideki yazıda da Denisovan insanı fosiline ait kısmın ancak % 0,17 olduğu belirtilmektedir.

2- Fosil DNA’ların parçalanmış halde bulunması sorunu:

İnsan DNA’sı 3,4 milyar baz çiftinden oluşan muazzam bir kütüphanedir. Yaşayan insandan elde edilen DNA’nın dizilim ve kromozom konumunu belirlemek mümkündür. Ancak fosil DNA, aradan geçen on binlerce yılın etkisiyle parçalanmış haldedir. Pek çoğu en fazla 50-70 baz dizilimine sahiptir. Tüm DNA düşünüldüğünde 50-100 milyon parçadan bahsetmek gerekmektedir. Bu durumu 100 milyon parçadan oluşan bir bulmacaya benzetmek yanlış olmaz. Üstelik bu bulmacayı çözmek için elinizde doğru olduğunu bildiğiniz bir şablon da yoktur.

Makalede bu sorunu aşmak için şablon olarak günümüze ait insan genomu ve şempanze genomu kullanıldığı ifade edilmektedir. Peki araya karışmış başka canlılara ait DNA’nın ayrımı nasıl yapılacaktır? Zaten insan genomundan farkların ortaya koyulmaya çalışıldığı bir araştırmada şablon olarak insan genomunun kullanılması elbette ki bilimsel bir metod olarak doğru değildir ve sonuçlarına güvenilemez.

3- Kimyasal ve enzimatik sorunlar

Fosil DNA’nın geçirdiği yıllar boyunca doğal ortamında yaşadığı kimyasal değişimler de baz zincirinde değişikliklere sebep olabilmektedir. Bunun yanında DNA’yı hazırlamak için kullanılan urasil glikosidaz ve endonükleaz gibi enzimler de dizilim yapısını bozmaktadır. Yine DNA’yı çoğaltmak için kullanılan PCR tekniği de hataya açıktır.

4- Genel hata payının %1,5 kabul edilmesi

Tüm bu sorunlar yanında makalede kabul edilen hata payının %1,5 olması da ayrı bir sorundur. Çünkü yine iddiaya göre Denisova fosilleri ile günümüz insanı gen dizilimi arasında bulunmaya çalışılan fark da ancak bu kadardır. Bu durumda farkın gerçek mi hataya dayalı mı olduğu da yine şüpheli olacaktır. Özetle bütün bunlar bilimsellikten uzaklaşılan, bir ideolojiye göre bilimi yanlış yönlendiren gerçeklerdir.

EVRİM BİLİMSELLİKTEN UZAK BİR ÖN KABULDÜR

Bilimsel sonuçlar bir teoriyi destekliyorsa doğru kabul edilmeli, çıkan sonuçlar desteklemiyorsa teori reddedilmelidir. Bu evrim için de geçerli bir kuraldır. Denisovan insanı örneğinde de görüldüğü gibi Darwinistlerin evrimi tartışmasız olarak benimsemeleri ve bu ön kabul üzerine çalışma yapmaları sebebiyle, bilimsellikten uzak, tamamen ideolojiye dayalı yönlendirmelerle karşılaşmaktayız.

Bunu Darwinist her yayında, her üniversitede, her kitapta görmek mümkün. Elbette ki Darwinist ön kabullü açıklamaların bilimsel hiçbir yanı yoktur. Bilimsel yöntem, ön yargı ya da ideoloji gözetilmeden ve hiçbir şekilde sınırlamadan araştırma yapmayı gerektirir.

Bu güne kadar yapılan istisnasız bütün fosil araştırmalarının sonuçları ve hayatın kompleks yapısı, canlılığın bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Bu da evrimin olmadığının en açık delillerindendir.

EVRİM MASALLARINI İSTATİSTİK HESAPLARLA SÜSLEMEK FAYDA SAĞLAMAZ

Evrimcilerin, sözde evrim teorisine delil üretme çabaları bilgisayar ortamında yaptıkları istatistik hesaplarıyla da sürmektedir. Denisovan fosillerinin gen dizilimleriyle ilgili bir farklılık ortaya konma çabası da bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü sözde evrim teorisine göre canlılar ortak bir atadan yavaş yavaş ve zaman içinde oluşan genetik dizilim değişikliklerini zorunlu kılar. Darwinistlerin kendi zanlarıyla çizdikleri hayali evrim ağacına göre, yakın akrabalar ile gen dizilim farkı az olmalı, akrabalık uzaklaştıkça gendeki ayrıklık artmalıdır. Bunun istatistik dilindeki ismi de “Divergence” (ayrıklık, farklılık)’tır. Hatta bu hesapları Darwinistler daha ileri götürürler. İki canlı genleri arası ayrıklık derecesine göre ortak atanın ne zaman ayrıştığını tespite çalışırlar. Mesela, insan geni ile şempanze geninin 95-98% benzediği iddia edilip yapılan hesapla ortak atanın 6 milyon yıl önce yaşadığı varsayılır. Yine Neandertallerin Afrika’dan çıkmasının 400-500 bin yıl önceye dayandırılma çalışmaları da yine bu istatistik hesapla yapılmaktadır.

Oysaki ortak atanın varlığına dair en ufak bir delil dahi yoktur. Ancak kimi bilimsel dergilerde bu yazılanları okuyanlar, bilim adamlarına güvenmekte, bu varsayımların doğru olduğunu düşünmektedirler. Sadece bilgisayar ortamındaki hesaplamalardan ibaret iddialarla yani telkin yöntemiyle evrim propagandası yapılmaktadır.

Yapılan bu gibi çalışmalara evrimci çevrelerden de eleştiriler gelmektedir. Leipzig Enstitüsü’nden Richard E. Green ve Harvard Tıp’tan David Reich şu şekilde yorum yapmaktadırlar:

“Yapılan çalışma yoğun ve kompleks matematiksel istatistiklere dayanıyor ve bu da savlarının doğruluğunu sorgulatıyor. İstatistiksel bakış açısı bilgi yüklü olmasına karşın, arkeolojik bulgularda somut karşılığını bulamıyor.” (http://www.nytimes.com/2010/05/07/science/07neanderthal.html)

DENISOVAN, FARKLI BİR CANLI TÜRÜ DEĞİLDİR, İNSANDIR

Yapılan çalışmadan elde edilen veriler, Denisovan fosillerinin farklı bir türe ait olduğunu göstermekten uzaktır. Aksine makalede günümüz insanı ile aynı olduğunu gösteren deliller de yer almaktadır.

Söz konusu makalede Denisovan insanının, 40-50 bin yıl önce yaşadığı varsayılan insan atalarıyla ilişkiye girdiği spekülasyonu yapılmaktadır. Kaldı ki bu spekülasyonu gerçek saysak bile, Denisovan fosilinin insanla aynı tür olduğunun bir delili daha ortaya konmuş olur. Bilindiği gibi sadece aynı türe ait bireyler üreyip çoğalabilme özelliğine sahiptir. Genlerin mayoz bölünme esnasında eşleşip sağlıklı bir şekilde aktarılabilmesi ancak eşit sayıda kromozoma ve aynı genlere sahip olmalarıyla mümkündür.

Stanford Üniversitesi’nden paleontolojist Richard Klein bu konuda şunları söylemiştir:

“Çiftleşme teorisi, arkeolojik zeminde karşılığını bulmuş görünmüyor. Dedikleri sadece “Bunlar bizim verilerimiz, kabul etmeniz gerekir.” şeklinde. İncelediğim kısmı problemli olan bu çalışmanın kalanı konusunda da endişeliyim.” (http://www.nytimes.com/2010/05/07/science/07neanderthal.html)

AYNI GENLER VE FARKLI İNSANLAR

Günümüzde ve geçmişten bugüne yaşamış tüm insanların genetik yapısı aynıdır. İnsanların farklı dış görünüm, boy, göz-cilt rengi gibi özelliklerinin ortaya çıkmasını sağlayan temel faktör ise genlerin çalışma zamanı ve hızındaki farklılıklardır. DNA üzerinde asetil ve metil gibi moleküllerle yapılan işaretlemeler yoluyla hangi genin, hangi hücrede, ne zaman ve ne süre ile çalışacağı belirlidir. Bu durum genlerin değişen şartlara ve ihtiyaçlara göre açılıp kapanması olarak bilinir. Her an devam eden bu muhteşem düzenleme ve aktif kontrol sistemi yine belli DNA bölgelerince yönetilmektedir. Çok hassas bir düzene ihtiyaç duyan bu kontrol mekanizmasını sadece genetik dizilim ile açıklamak ise imkansızdır.

DNA kodlarının akıllı çözümler sunmaları ve inisiyatif kullanmaları gibi özellikler DNA’nın kendisine atfedilemez. Söz konusu yönetici bölgeleri de yöneten ve bilen bir akıl olmalıdır.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi İnsan Genom Projesinin ilk verilerine göre insanlar arası genetik dizilim farkı % 0,1’den azdır. Bu farkların çoğu genetik hastalıklara yol açan değişimler ve MHC protein geni gibi her birimizi diğerinden ayıran ve yabancı olarak algılanmasına neden olan dizilim farklarından kaynaklanmaktadır. Bunun dışında hayati fonksiyonlarımızı ayakta tutan genler hepimizde aynıdır. Bilindiği gibi DNA diziliminde tek bir harfin değişmesi ya da bir bazın eklenmesi veya çıkarılması üretilecek proteinin bozulmasına neden olmaktadır. Çok küçük mutasyonlar bile hastalıklar ya da ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Bu sebeple insan toplumları arasında yer alan farkların açıklanmasında tesadüfi mutasyonlara yer yoktur. Farklı insan tiplerinin ortaya çıkması genlerin açılıp kapanması ve tür içindeki varyasyon nedeniyledir.

İLKEL İNSAN HİÇBİR ZAMAN VAR OLMADI

Görüldüğü gibi evrim düşüncesi, bilimsel prensipler ışığında değil, ideolojik temeller üzerinde yaşatılmaya çalışılmaktadır.

Toplumda ırkçı fikirleri besleyen, ayrıştırıcı ve bölücü akımların ana dayanağı olan Darwinist ideoloji ilkelden modern insana doğru bir soy masalı uydurmuştur. Bunu ayakta tutabilmek için de geçmişte yaşamış ve henüz insan olamamış yani “evrimini tamamlayamamış” hayvan türlerine ihtiyaç vardır. Bu yüzden Darwinistler zaman zaman ilkel “insansı” türler üretmektedirler. Denisovan insanı da işte bu ilkel insan masalına uygun bir figür olarak uydurulmuştur.

Şu açıktır ki, eğer böyle bir insan yaşamışsa da tam bir insandır ve bizlerden hiçbir farkı yoktur. Soyu tükenmiş bir insan ırkı da olsa hiçbir şekilde ‘ilkel bir insan” yoktur. Afrika’dan Amerika’ya, Avrupa’ya ve Asya’ya kadar her yerde insan insandır.Yeryüzünde insan her zaman insan olarak var olmuştur.

REFERANSLAR

1. http://www.sciencemag.org/news/2016/03/our-ancestors-may-have-mated-more-once-mysterious-ancient-humans
2. http://www.nature.com/nature/journal/v468/n7327/full/nature09710.html
3. http://evolution.berkeley.edu/evolibrary/article/evo_01
4. Richard E. Green, , 710 (2010)
5. http://www.nytimes.com/2010/05/07/science/07neanderthal.html

Ayrıca bakınız

Evrimcilerin de kabul ettiği gerçek: Australopithecus sediba insan atası değil!

Bildiğimiz gibi 2008 yılında Malapa’da bulunan 12-13 yaşında bir kafatası fosiline Australopithecus Sediba ismi verildi. …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.